Neler yeni

Optimal Tartışma: Kendilik Psikolojisi İçindeki Yeni Eğilimler

Ayşe86

Kayıtlı Üye
Katılım
6 Eki 2011
Mesajlar
3,577
Beğeniler
4
#1
Optimal Tartışma: Kendilik Psikolojisi İçindeki Yeni Eğilimler
Allen M. Siegel

Çeviren: Sibel Mercan

Kendilik psikolojisi "klinisyenin umut edilen iyileşmeyi kolaylaştıracak yanıtında optimal olan nedir ?" sorusuna işaret eden tartışmalara sürekli tanıklık etmektedir. Bu belalı sorunun yüz yıllık psikanalitik çalışmalara direnen ısrarı göstermektedir ki, analitik tedavinin temel iyileştirici unsurları belirsizliğini sürdürmektedir veya en azından değişik psikanalitik gruplar arasında tartışma konusu olmaya devam etmektedir. Kohut, ölümünden sonra yayınlanan ve kışkırtıcı bir adı olan "Analiz nasıl tedavi eder ?" (1984) isimli kitabında bu kafa karıştıran sorunun bir boyutunu sorgulamaktadır. Kohut'un bu görünüşte açık sorusu aslında çok basit değildir çünkü onun "nasıl" sorusunu anlayış biçimimiz terapötik süreç açısından "analiz nasıl bir süreçle tedavi eder ?" şeklinde sorgulanabilir veya terapötik bir eylem açısından sorulduğunda "analist hangi eylemle analitik tedaviyi kolaylaştırır ?" şeklinde ifade edilebilir. Önceki okuyuş gelişimsel-kuramsal bir soruyu, ikinci okuyuş ise teknik-klinik bir soruyu yansıtır. Ben inanıyorum ki, günümüzde kendilik psikolojisi içindeki tartışmalar klinik tekniğinin altta yatan rasyonel bir gelişimsel kuramdan ayrı görülmesinin savunulamaz durumunda çamura saplanmıştır.. Bu ayrılma tartışmanın temel sorusu olan "klinisyenin yanıtında optimal olan nedir ?"de kendini açıkça göstermektedir. Bu teknik soru terapötik rasyoneli bilgilendiren gelişimsel kuram dikkate alınmadan yanıtlanamaz. Kendilik psikolojisi bu dönemde kuramsal karışıklıklara özellikle duyarlıdır çünkü bu alan birden fazla kuramı bir arada bulundurmaktadır. "Kendiliğin psikolojisi" kuramı, "öznellikler-arası ilişki" kuramı, "ilişkisel-tedariksel" kuram, "güdülenme sistemleri" kuramlarının hepsi gerçekte farklı ve zaman zaman birbirine zıt fikirler öne sürmekle beraber kendilik psikolojisi başlığı altında toplanmaktadır. Ben şimdi bu tartışmaya katılıyorum çünkü bu kuramların karşılıklı konuşmalarındaki güçlü akımlar bu alanı daha önce olduğundan daha farklı ve halen yararlı olan kuramsal ve teknik kavramlardan uzak bir yere taşımaktalar ve bunun sonucunda bu kavramlar kaybolacak diye korkuyorum.



Bu bölümde halen devam eden bu tartışmaların tarihinde birkaç göze çarpan anı gözden geçireceğim. Günümüzde eskisi kadar rağbet görmese de, öncelikle bazı metapsikolojik kavramların önemini vurgulayarak başlamak istiyorum. Bu şekilde başlıyorum çünkü daha önceki bazı psikanalitik fikirlerin gelişmesinde metapsikoloji kavramsal bir araç olmuştur ve çağdaş bazı kavramların özünde halen yer almaktadır. Ardından Freud'un engellenme ve Kohut'un yenilikçi düşüncesi "optimal engellenme" kavramlarını gözden geçireceğim. Bu gözden geçirme yazısını, Kohut'un, tartışmanın şimdiki parçalarını göz önüne aldığımda temel oluşturan metapsikolojisini kısaca ele alarak tamamlayacağım. Sonrasında, çağdaş tartışmaya dönüp, Howard Bacal'ın "optimal yanıtlayıcılık ve "düzeltici kendiliknesnesi deneyiminin sağlanması" kavramlarında örneklenen ilişkisel-tedariksel bakış açısı, Morton ve Estelle Shane'in "optimal kısıtlanma" tartışması ve James Fosshage'nin "kolaylaştırıcı yanıtlayıcılık" kavramlarına dikkat sarfedeceğim. Daha sonra, tedariğin temel terapötik kavram oluşu şeklindeki düşünceye kendilik psikolojisi içinde gereğinden fazla önem verilmesi ile ilgili rahatsızlığımı ifade ederek sonuca varacağım.Vurgudaki bu kayma yorumlama sürecinin önemini azaltmakta, ve bu makalede sözünü ettiğimiz kendilik psikolojisi içindeki tartışmanın yönünü ciddi bir şekilde değiştirmektedir.

METAPSİKOLOJİ

Son yıllarda psikanalitik yazarlar metapsikolojinin anlamsız, modası geçmiş ve psikanalitik kuramın gelişmesine engel olduğunu yazarak onu kötülemektedir (Stolorow 1994, Gill 1994). Metapsikoloji son zamanlarda kavramsal olarak fazla rağbet görmese de, bazı metapsikoloji kavramları yumuşak şekilde gizlenmiş olarak günümüz psikanalitik kuramlarının içindedir. Metapsikoloji Freud tarafından icat edilen ve Rapaport ve Gill (1959) tarafından yaygınlaştırılan ve karmaşık psikolojik verileri en deneyim-uzak soyutlama şeklinde düzene koyan kavramsal bir araçtır. Metapsikoloji, psikolojik fenomeni, genetik, dinamik, yapısal, psikoekonomik ve topoğrafik bakış açılarının deneyim-uzak açıları ile ele alır. Bilindik fil ve kör adamlar hikayesinde kör adamların filin değişik yönlerini tanımlamasında olduğu gibi, her metapsikolojik bakış açısı da zihinsel işlevin farklı yönlerini tanımlar. Genetik-dinamik perspektifler günümüzde bazen "öykü" gibi tanımlansa da psikanalitik kuramda merkezi rol oynamaktadırlar. Günümüz kuramcıları psikoekonomik perspektifi, Freud'un hidrodinamik olarak yapılanmış zihinsel aygıt içinde akan enerji nicelikleri kavramından, duygulanımla başa çıkma ve gerilimin düzenlenmesi kapasiteleri görüşüne doğru değiştirmişlerdir. Buna ilave olarak, görüldüğü kadarı ile eski metapsikolojinin anakronistik kalıntıları inkar ve reddetme gibi klinikte yararlı olan kavramların içinde varlıklarını sürdürmektedirler. Bir kişi bazen yatay ve dikey yarık olarak da tanımlanan bu son kavramları anlatırken üçlü modele (alt-ben, ben, üst-ben modeli) değinmeden geçemez.

Gedo ve Goldberg'in (1973) inandırıcı ve ikna edici şekilde öne sürdüğü gibi, kuramsal araçların kendine özgü değeri yoktur; ancak kendilerine verilen görevi yerine getirdiklerinde değer kazanırlar. Psikanaliz için bu görev kolaylıkla anlaşılan açıklamalar yapmaktır. Bu bakış açısından bakıldığında metapsikolojinin iyi ya da kötü bir araç olması mümkün değildir. Onun değeri, belli bir durumu açıklayabilme yeteneğinde yatar. Ben inanıyorum ki, metapsikolojinin çağdaş psikanalitik kendilik psikolojisi içindeki kötü şöhreti bir araç oluşuyla değil tarihi ile ilgilidir. Psikanalitik tarihte metapsikoloji Freud'un dürtü-savunma kuramı ile eşit görülmüştür ve bu sebeple "çağrışım nedeniyle suçlu" kaderinin sıkıntısını çekmektedir.

Metapsikoloji, ayrıca dinamik zihinsel süreçleri betimleme gayretinde şeyleştirmesi nedeniyle deneyim-uzak kuram olarak itham edilmesinin sıkıntısını çekmektedir. Metapsikolojik kavramların şeyleştirilmesi bu alanda sorun yaratırken, sorun yine aracın kendine ait özelliğinden kaynaklanmaz. Model tarafından önerilen uygulamaların törenleştirilmesini izleyen modellerin şeyleştirilmesi her bilim için sorundur. Modelleri şeyleştirme eğilimi her yerde mevcuttur ve insanların içindeki idealleştirme eğiliminin etkisi sonucunda ortaya çıkmaktadır. Şeyleştirme eğilimi modelin kendinden ziyade idealize eden bilim adamı-uygulamacı ile ilgili olmasına rağmen psikanaliz içindeki bu şanssız durum yıllarca kuramsal gelişmelerin önünü tıkamış ve hızını yavaşlatmıştır. Bizler açıklayıcı değeri olan bir kuramı, o kurama veya o kuramı yaratan kuramcıya idealizasyon bağıyla köle olmadan kullanabilecek bir konum bulabilmek için mücadele etmek zorundayız çünkü bütün kuramcılar ve uygulamacılar insanın doğasında var olan idealizasyon özelliğinde zayıflık gösterirler.

Analistler analitik ortamın tarafsız gözlemcileri olmadığı gibi kuramcılar da iç dünyanın tarafsız kavramlaştırıcıları değildir. Bireye özgü kişisel özellikler ve yaşam deneyimlerinin çeşitliliği bu kişilerin kavramlaştırmasını ve bunlara şekil vermesini etkiler. Kuramlar kuramcıların kendi deneyimledikleri ve anladıkları şekli ile dünyayı açıklamaya çalışan ifadeleridir. Kuramcılar kuramlarını anlatmaya çalışırken kendine özgü ve özelleşmiş kelimeler kullanırlar ve kullandıkları kelimeler düşüncelerinin yansız açıklayıcıları değildirler. Kuramcıların kelimeleri beraberlerinde bir tarih taşır ve bu tarih duygulanımları uyandırır. Metapsikoloji, yukarıda anlattığım gibi, duygulanım yüklü kelimelerden biridir. Diğer bir kelime de engellenmedir.

FREUD'UN ENGELLENME KAVRAMI:

KURAM VE TEKNİK

Bu konuda eğitim almış psikanalistler için açık olanı tekrar ediyor olabilirim ancak Freud'un engellenme kavramını tekrar kısaca gözden geçirmeyi gerekli görüyorum çünkü değişik kavramlaştırmalarda karşılaştırılan engellenme olgusuna tarihsel bir temel oluşturacaktır. Engellenme Freud'un hem nevroz belirtilerinin oluşması, hem de tedavi kuramında merkezi rol oynamaktadır. Freud Newton fiziğini bir metafor olarak almış ve zihin için hidrodinamik bir model öne sürmüş ve onun içerdiği enerjiye libido adını vermiştir. Freud'un kavramlaştırmasında, 'sistem bilinçdışı' içindeki libido sistem denge durumunda olduğu müddetçe ileriye doğru akar. Freud libidonun bu ileriye akışının bloke edilmesi durumunda enerji akışının 'sistem bilinçdışı'nda yön değiştirip geriye doğru olduğunu farzetmiştir. Akışın böyle bloke olması ve geri dönüşü, bilinçdışı bir arzunun doyumunun gerçeklik tarafından dayatılan sınırlamalar ile karşılaşıp engellenmesi durumunda olur. Bilinçdışı isteğin gerçekleşmesi gerçek hayatın kısıtlanmaları ile karşılaştığında ve engellendiğinde blok ve akışın geri dönmesi söz konusudur. Freud bu geri akışı "gerileme" olarak tanımlamıştır. Daha sonra geliştirdiği hipoteze göre libidonun geri akışı, çocukluğun eski ve daha önce sessiz olan nesnelerine yeni enerji yatırır ve böylece çocukluğun uzun süredir uyuşuk olan ensest arzuları yeniden uyanır ve zihinsel aygıtın homeostatik dengesi bozulur. Bozulmuş olan homeostatik dengenin yeniden kazanılması için gösterilen acil gayretle, zihinsel aygıt tekrar canlanmış ensest arzularında içerilen bilinçdışı dürtülerin ifadesi ve deneyimini durdurmayı amaçlayan savunmacı manevralar geliştirir. Freud bu savunmacı manevraların nevrotik belirtilerin nihai oluşumundan sorumlu olduğunu kabul eder.

Freud nevrotik hastalığın çekirdeğinin dengesizlik içinde yatmakta olduğunu düşündüğü için uyanmış olan ensest isteklerin yoğunluğunun azalması ile dengenin tekrar kurulacağını düşünmüştür. Bu noktada Freud'un kuramı tekniği ile karışmaya başlar çünkü nevrotik hastalıkların kökeni ile ilgili varsayımı aynı zamanda tedavi için önerisi de olmaktadır. Freud, kendi kişisel inancı ve ilkesinde, hakikate ve bilgiye değer verir ve canlanmış fakat halen gizli ve bilinçdışı kalan öğelerin denge bozucu güçlerinin bilincin rehabilite eden gözlerine sergilenmeleri durumunda, etkilerinin azalacağını varsayar. Freud'un terapötik yaklaşımı zarif bir iç mantığı takip eder. Onun bir sonraki sorunu, gizlenmiş rahatsız edici öğeleri, farkındalığın iyileştirici gözünün önünde açığa çıkarabilecek -ki, bu Freud'un sonraki kavramlaştırmalarında, ben'in (ego) tarafsızlaştırıcı etkisi olarak adlandırıldı- bir teknik manevra bulmaktı.

Freud bu sorununa çözümü, nevrotik belirtileri oluşturan sürecin meydana geldiği ilk yerde buldu. Onun düşüncesine göre engellenme, uykuda olan arzuları nasıl tekrar canlandırıyor ve nevrotik belirtileri ortaya çıkarıyorsa, kendisi de klinik aktarımlarda ortaya çıkan arzuları engelleyerek rahatsız edici bilinçdışı ögeleri canlandırabileceğini düşündü. Freud belirti-yaratma sürecini anlamış olmanın avantajını kullandı ve hastaların arzularını, sonrasında terapötik olarak çözülecek bir yatrojenik hastalık yaratmak için, klinik olarak engelledi. Bu "engellenme"nin teknik manevra olarak mantığıdır. Bach'ın (1995) anlattığı gibi tekniğin arkasındaki mantık on yıllar boyunca unutulmaya yüz tutmuş ve "engellenme" bir çok analistin repertuarında dinsel ve törensel bir davranış halini almıştır.

Freud'un teknikle ilgili yazılarında değindiği gibi analist, hastasının içgüdüsel arzularını doyurmamak için "ayna gibi opak" ve "cerrah gibi soğuk" olmalıdır (Freud 1912). Biz kendi kayıtlarından (Freud 1909, 1918) ve hastalarının söylediklerinden (Grinker 1968, kişisel iletişim) biliyoruz ki, kendisi çalışmalarında ne soğuk, ne de uzak bir terapistti. Bununla beraber onun teknik önerileri analistler tarafından yıllar boyunca yanlış anlaşılmış ve yanlış uygulanmıştır.

Freud'un önerilerinin saptırıldığı aşırı ama muhtemelen ender olmayan bir örnek daha önce 1960'lı yıllarda tanınmış, önde gelen bir analist tarafından tedavi edilen bir hastam tarafından anlatıldı.. Hastanın saklanmış olan herhangi bir arzusunu doyurmamak ve böylece terapötik engellenmeyi en fazla elde edebilmek için analist, analiz dışında hiçbir şey yapmamıştı. Hastamın ay sonunda kendi faturasını yazması, uzanmadan önce kendi yastığını divana koyması istenmiş, ışık çok parlak olduğunda perdeyi kapatması ve üşüdüğünde sıcaklığı ayarlaması beklenmişti. Hastam bu "analitik" duruşu kaba, incitici ve sadist olarak yorumlamış fakat hastalığının ağrılı ve derin aşağılayıcı durumlara rıza gösterme yönü nedeniyle hiçbir şey yapamamış, sadece heybetli analistinin konuksever olmayan tutumuna boyun eğmişti.

Bu engellenme örneği çok aşırı görünebilir fakat bu davranışın arkasındaki tutum nadir değildir. O zamanlar terapötik değerlendirildiği için bu davranış kabul edilebilir analitik tekniğin sınırları içinde yer almaktaydı. Bugün böyle bir davranış insanları dehşete düşürebilir ancak ve vurgulamak isterim ki analistler genellikle kuramları tarafından yanlış yönlendirilirler. Analist ve terapist olarak bizler bize rehberlik eden kuramlarımızı şeyleştirme ve idealize etme eğilimindeyiz ve bu eğilim bizi klinik kör noktalarımızın mevzilerine sokar. Terapötik hareketler, kuramdan bağımsız olarak klinisyenin bilinçdışı gereksinimlerini karşılayabilmek için mantığa uydurulur.

Freud'un tekniğinin yıllar boyu yanlış anlaşılması ve uygulanması sonucu birçok mutsuz analitik deneyim yaşanmıştır. Bu yoksun bırakıcı "analitik tutum" kendiliğin kökensel bozulmasına yolaçan ve hastanın yardım aramasını gerektiren örseleyici çocukluk ortamının bir tekrarı olmuştur. Pek çok klinisyen kendi kişisel analizlerinde bu analitik yoksunluğu yaşamıştır. Pek çoğu eğitimleri sırasında "engellenme öğretmenleri" nin anlattıkları ile kendi yargılarının gösterdiği doğru klinik davranış arasındaki uyumsuzluk arasında bocalamıştır. Bu analistler için klasik eğitimlerinin yoksun bırakan tutumu ile kendi insani duyumları birbirine karşı tez olmuştur. Terapi odalarında yarattıkları ambiyanstan gizli rahatsızlıklar duyarak kendilerini öğrendikleri ve benimsedikleri kuramdan farklı şeyler uygulamanın kötü durumunda bulmuşlardır. Bu deneyimler sonucunda, gizli bilinçdışı dürtüleri harekete geçirmek üzere tasarlanan "engellenme", bir çok analist için yoksunluk, çaresizlik, öfke, şaşkınlık ve hayal kırıklığı gibi duyguları çağrıştırmaya başlamıştır. Bu analistler için engellenme kelimesi terapötik düşüncenin tarafsız açıklayıcısı değildir. Bunun yerine, talihsiz tarihi nedeniyle engellenme kelimesi şiddetli duygulanımları ortaya çıkarma kapasitesine sahiptir ve kendilik psikologlarında engellenme kavramına kuram ve tekniklerinde yer verme ile ilgili bir hoşnutsuzluk ve isteksizlik yaratmıştır.

KOHUT'UN METAPSİKOLOJİSİ:

KURAM VE TEKNİK

Klinik engellenme kavramı, Heinz Kohut 1958'de bu tartışmaya girene ve psikanalizin gidişini etkileyen kendiliğin psikolojisini yaratana kadar geniş anlamda irdelenmemiştir. Kohut'un daha yararlı yeni ufuklar açan düşünceleri, kendilik psikolojisi alanı evrimleştikçe soluklaşmaktadır. Bu gelişmeyle ilgili endişelerim yüzünden, Kohut'un -"optimal engellenme", eşduyum, içselleştirmeler, bilinçdışı narsist konfigürasyonlar, bunlarla birlikte bulunan kendiliknesnesi aktarımları ve yorum gibi- bazı temel kavramlarını kısaca gözden geçireceğim ve bu kavramları günümüzde bu alanda popüler olmaya başlayan diğer kavramlarla karşılaştıracağım.

Optimal Engellenme

Kohut'un süregiden psikanalitik diyaloğa katılması yazdığı bir dizi makale ile başladı ve Şikago Psiknnaliz Enstitüsü'nde verdiği klasik Freud kuramı dersi ile devam etti (Kohut ve Seitz, 1960). Başka bir yerde de anlattığım gibi bu derste (Siegel, 1996), Kohut, Freud'un diğer kavramları ile birlikte duygusal olgunlaşma kavramını tartışmıştır. Kohut, Freud'un duygusal olgunlaşma için birincil süreç/haz ilkesi düşüncesinden ikincil süreç/gerçeklik ilkesi düşüncesine gelişimsel geçişin gerekli olduğunu düşündüğünü öğretmişti. Freud için bu geçiş, arzu ve doyumu arasında gerçekleşen gecikme sayesinde arzunun gerçeklikten ayrışması ile olabiliyordu. Duygusal olgunlaşmanın bu şekilde kavranması psikoekonomik bakış açısını yansıtmaktadır. Normal olgunlaşmanın olabilmesi için bu farklılaştırıcı gecikme optimal süre ve yoğunlukta olmalıydı. Bu gecikme ne travmatizasyon yaratacak kadar yoğun, ne de etki etmeyecek kadar belirsiz olmalıydı; "tam kararında" olması gerekiyordu (Tolpin, 1971). Kohut (1972) bu "tam kararında" gecikmeyi "optimal engellenme" olarak yorumladı ve bu terimin ilk kullanımını Bernfeld'e (1928) atfetti. Kohut (1972) bu terimin kökeni hakkında şunları demişti:

Sizin de bildiğiniz gibi derslerimde ve yazılarımda geniş olarak kullandığım psikanalizde optimal engellenme kavramının izini sürdüm. Kavramı metapsikolojik olarak ayrıntılandırmama ve yapı oluşumunun açıklanması bağlamında yeni bir yol olarak kullanmama karşın, bu kavrama başka bir yerlerde rastlamış olmam gerektiğine (kişiler-arası anlamı içinde örneğin çocukların eğitiminin niteliği gibi (eğitim psikolojisi ile ilgili bir şey olarak)) daima inandım. Deyim veya kavram üzerinde hiçbir zaman öncelik iddia etmedim ve her kullanışımda dikkat ederek, sahiplenmeyen bir yol seçtim (s 867-868).

Kohut, Freud'un "engellenme"sini optimal sıfatı ile nitelendirerek, yatrojenik bir hastalık ortaya çıkarmak için tasarlanmış bir klinik müdahele tanımından farklı bir kavram yaratmıştır. Kavramın bu yeni hali, engelleyici çocukluk deneyimlerinin gelişmekte olan psişe üzerindeki etkisini gözönüne alan gelişimsel bir düşüncedir. Daha önce de değindiğim gibi, Kohut'un optimal engellenme kavramı psikoekonomik bir kavramdır. Çocukluğun yaşamında ortaya çıkan kaçınılmaz engellenmeler, hayal kırıklıkları ve yaralanmalar ile bağlantılı duygulanımların niteliksel doğasını göz önünde tutar. Kohut'a göre çocuğun içinde bulunduğu ortamdaki nesneleri bu duygulanımlar ile işlevsel başa çıkıp, onları taşıyabiliyorlarsa veya engellenmenin şiddeti çocuğun henüz gelişmekte olan ruhsal yapısının kendi başına kaldırabileceği oranda ise, bu engellenme "optimal"dir. Freud'un (1917) kayıp sonrası yapılanma düşüncesinin üzerine kurulan, Kohut'un (1971) varsayımına göre, daha önce idealize edilmiş, ancak şimdi yumuşak şekilde engelleyici olmaya başlayan nesnelerin psikolojik görevlerini kısa süreli yerine getirememe durumlarında, bu nesneler içselleştirilmekte ve böylece psişik yapı oluşmaktadır. Bu "optimal engellenme"yi yaratan mikro-hayal kırıklıklarının herbiri psikolojik yapı oluşumuna dönüşen içselleştirme süreçlerini başlatırlar. Bu sürece "dönüştürmeci içselleştirme" adı verilir. Kohut'a (1984) göre dönüştürmeci içselleştirme tarafından takip edilen optimal engellenme psikolojik yapının gelişimindeki ana yoldur.

Kohut "Analiz nasıl tedavi eder ?" sorusunun süreç boyutunu analizin psikolojik yapıyı geliştirerek tedavi ettiğini iddia ederek yanıtlamıştır. Günümüz kendilik psikologları bu iddiayı genel olarak kabul etmekle birlikte, psikolojik yapının geliştirilmesine eşlik eden belirli bazı süreçleri tartışmaktadırlar. Bacal (1985), Bacal ve Newman (1990), Lachman ve Beebe (1995), Ornstein (1988), Terman (1988) ve Wolf'un (1988) gibi isimlerin başını çektiği çok sayıda kuramcı, Kohut'un dönüştürmeci içselleştirme kavramının geçerliliğini sorgulamışlardır. Bununla beraber "psikolojik yapılar nasıl gelişiyor ?" şeklindeki temel soru yanıtsız kalmaktadır.

Benim klinik ve yaşam deneyimlerime göre bazı yapılar kayıp sonrası gelişmektedir. Örneğin, çocuklar ancak ebeveynin bisikletin selesini tutan ellerinin seleyi bırakmasının ardından içselleştirilmiş sabit bir güven duygusu ile bisiklete hakim olurlar. Benzer şekilde, yüzme öğrenen çocuklar onları destekleyen ebeveynlerinin kolları ortadan kalktığında güvenle yüzmeyi öğrenirler. Gelişme bu engellenmelere eşlik eder. Bizim kuramımız erken gelişim dönemlerinde olduğu kadar, daha sonraki gelişim dönemlerinde de engellenmenin etkilerini hesaba katmalıdır.

Bazı yazarların (Lachman ve Beebe, 1995; Stolorow, 1995) dediği ve benim de onayladığım gibi Kohut'un, dönüştürmeci içselleştirmenin psikolojik yapının gelişmesi açısından tek yol olduğu konusunda ısrar etmesi, aslında Freud ve klasik analize süren bağlılığının göstergesiydi. Ne var ki, yaşamının sonunda içselleştirme sürecinin başka bir parçası olarak eşduyum ile ilgilenmeye başladı. Şimdi bu konu üzerinde duracağım.

Eşduyum (empathy)

Eşduyum kavramı Kohut düşüncesinin merkezinde yatar. Kohut sonraki gelişmelerin habercisi olan makalesi "İçebakış, Eşduyum ve Psikanaliz: Kuramla Gözlem Şekli Arasındaki İlişkinin İncelenmesi"nde (1959) ilk olarak bu konuya değinmiş ve eşduyumu psikolojik alanda gözlem aracı olarak tanımlamıştır. Kohut sonuçta kavramsal değeri olan tüm konuları derinlemesine irdelemesine karşın, eşduyum konusunu bir kenara kaldırmıştır. Rahat bırakmayan bir çağrı ile yaşamının sonunda bu konuya acilen dönme ihtiyacı hissetmiştir. Kaliforniya Berkeley'deki Dördüncü Kendilik Psikolojisi Konferansı'nda yaptığı son konuşmasında eşduyumu üç bakış açısından tartışmıştır: Veri toplayıcı bir araç; eylem konusunda bilgi verici; ve en önemlisi de psikolojik sağlık ve kendini bütün hissetmenin gelişmesi ve devamlılığı için gerekli olan çevreleyen duygusal ortamın temel öğesi (Kohut, 1981). Berkeley'de Kohut şöyle demiştir:

Birkaç yıl öncesinde bu konudan ne kadar bıktığımı söylüyor olmama karşın eşduyum konusu üzerine konuşacağım. Bana üretkenlikten uzak görünüyor; aynı tartışmaları tekrar tekrar duyuyorum ve bunlar benim anlatmaya çalıştığımdan o kadar uzak ki yeni fikirler ve yeni çalışmalarda kullanabileceğim zamanımı, duygularımı, enerjimi boşa harcadığım izlenimine kapıldım. Ama işte, salaklığımdan olacak, oldukça uzun bir hayata ve ümit ederim ki kazanılmış bir miktar bilgeliğe rağmen insanlar size aynı lanet soruyu sormayı sürdürüyorlarsa bir şeyin yanlış olması gerektiğini hala bilmiyorum!

Bir şey yanlış... Bu kavramın kötüye kullanımına ilişkin sorumluluk duyuyorum. Yine insanların, bu kavramı ben kötüye kullanıyormuşum gibi davranmış olmaları, beni zıvanadan çıkıp, "Bu ahmaklar benim ne yazdığımı okumuyorlar!", demeye zorluyor. Ama yine, onları dinlemeliydim. Yanlış anlıyorlarsa (şüphesiz ki irrasyonel, muhtemelen narsistik, motivasyonlar, rekabet, Tanrı bilir başka neler de var, bilmiyorum ve bu tür saçma yorumlar da yapmak istemiyorum); esas nokta şu ki, onlar yanlış anlıyorlarsa başkaları da yanlış anlıyor olmalı. Eşduyumun iyileştirdiğini iddia edecekler. Terapistin hastalarıyla yalnızca "eşduyumlu" olması gerektiğini ve bu şekilde iyi olacaklarını iddia edecekler. Buna kesinlikle inanmıyorum!

Eşduyum şuna da hizmet eder, ki bu en zor kısmı - yani bütün söylediklerime karşın, kendi başına eşduyum en geniş anlamda terapötik bir eylemdir, kelimenin en geniş anlamıyla yararlı bir eylemdir. Bu, şu ana kadar söylediğim her şeyle çelişiyor gibi görünüyor, ve keşke bunun etrafından dolaşabilseydim. Ama bu doğru olduğundan, bunun doğru olduğunu bildiğimden, doğru olduğuna ilişkin kanıtlarım olduğundan, bunu dile getirmeliyim. Çevreleyici ortamda eşduyumun varlığı, şefkatli, iyi niyetli terapötik amaçlarla veya, şimdi dinleyin, hatta tamamen tahripkâr amaçlarla varlığı bile, yine de olumlu bir katkıdır. (s 525-535).

Kohut, önce bir solukta eşduyumun tedavi ettiğine inanmadığını söyleyip arkasından "en geniş anlamında terapötik bir eylemdir" derken ne demek istemiştir ? İnanıyorum ki, psikolojik olarak hayatta kalmanın sağlanabilmesi için eşduyumsal ortamın esas olduğunu anlatmaya çalışmıştı. Psikolojik olarak temel olan, ancak hastada eksik olan ve analisti, hastasının deneyimini mümkün olan en duyarlı şekilde anlamak ve açıklamak için yönlendiren ögeyi, analistin tedarik etmesi konusuna değiniyordu . Kohut, analist psikolojik olarak kabul eden bir ortam yarattığında, hastanın deneyimlerinin doğrulandığını, aktarımların derinlemesine çalışıldığını ve sonuç olarak kendiliğin gelişmemiş yapılarının güçlendiğini iddia ediyordu. Kohut'un ilgilendiği kafa karıştırıcı konu, analistin eşduyum "yapmaya" kalkmaması gerekirken, eşduyumsal ortamın yaratılmasının analitik tedavinin özü olmasıdır. Biraz sonra açıklayacağım gibi, yorumlama süreci yolu ile eşduyumsal ortamın yaratılması Kohut'un "analiz nasıl tedavi eder ?" sorusunun eylem bölümünü yanıtlar. Kohut'un üzerinde çalışmaya zamanı kalmamasına rağmen onun eşduyum hakkındaki "geniş tedavi edici eylem" bakışı içselleştirmelerin olduğu diğer bir yolu işaret etmektedir. İçselleştirmelerin bu yolunda eşduyumsal kendiliknesnelerinin şefkatli, anlayan, doğrulayan ve destekleyen yanları içe alınır ve sonuçta kendiliğin yapılarını oluştururlar. Bu yapılar, kendiliğe yönelik, kollayıcı kendiliknesnelerinin şefkatli tutumlarına benzer içsel tutumlar yaratırlar. Yapı oluşumunun bu yolunun herhangi bir engellenme ile bağlantısı yoktur. Kanımca, Kohut bu düşünceyle bir süre uğraştı, fakat optimal engellenme sonucu oluşan dönüştürücü içselleştirme düşüncesine çok sıkı bağlı olduğu için bu düşüncenin önemini reddetmek zorunda kaldı.

İlerleyici Nötralizasyon Bölgesi:

Eski Bir Düşünce

Bence Kohut'un içselleştirmenin farklı yolları konusu ile uğraştığına en erken kanıt 1963 yılında yazdığı "Psikanalizin Kavram ve Kuramları" yazısına kadar uzanmaktadır (Kohut ve Seitz, 1963). Bu yazı optimal engellenme ve engellenmeyi optimal yapan ebeveyn davranışlarının niteliklerine odaklanmakla beraber, Kohut (1963) engellenme olmadığında bile, kendiliğin parçası olarak yapılanan "sakin, yatıştırıcı ve sevecen" ebeveyn tutumlarını tanımlamıştır.

Çocuklukta optimal engellenme ve travma arasındaki fark şiddet farkıdır. Bu bir annenin sert "HAYIR" demesi ile diğer bir annenin yumuşak "hayır" deyişi arasındaki fark gibidir. Fark bir yanda ürkütücü şekilde yasaklama ile diğer yanda eğitici bir deneyim yaşanmasıdır... Bu bir yanda, çocuğun kesinlikle yapmamasını veya yapmamış olmasını vurgulayan uzlaşmaz bir yasaklama ile yasaklanmış nesne veya eylemin yerine geçebilen yeni seçenekler sunan tutum arasındaki farktır... Travmatik ve optimal engellenmelerin kopyaları içe-yansıtma yolu ile zihinde tesis ederler (özdeşleşmeler). Çocuk arzu, talep, ihtiyaç ve gayretlerini engelleyen çocukluk nesnelerinin kısıtlayıcı tutum ve davranışlarını devamlı olarak kendi psişik örgütlenmesine katar. Eğer bu yasaklamalar travma yaratmayacak yoğunlukta ise, çocuk ebeveyninin dürtü kontrol edici bu tutumunu selim bellek izleri olarak kendine katar... Dürtülerin, ebeveyn tarafından karşı bir saldırı ile ele alınmaktan ziyade sakin, yatıştırıcı ve sevecen bir tutumla karşılandığı çok sayıda optimal engellenme deneyimleri yaşamanın sonucu olarak, ileride çocuk, içinde uyanan bu dürtü taleplerine benzer şekilde yaklaşır (s 369-370).

1963 yılında zihinsel aygıt kavramları dili ile yazan Kohut, ruhsal yapının içinde "ilerleyici nötralizasyon bölgesi" olarak adlandırdığı çatışma olmayan bir bölge betimlemiştir (bkz Şekil 1). Bu bölge üçlü modelin sol kısmında bastırma engelinin olmadığı yerde bulunuyordu. Kohut'un bastırma engeli kavramı eşsizdir ve tartışmamıza uygundur çünkü Kohut'a göre, bu engel çocuğun gelişmekte olan zihnine çevrenin etkisini yansıtmaktadır. Kohut, bastırma engelini statik zihinsel aygıtın bir parçası olmaktan ziyade çok sayıdaki "travmatik engellenmeler"e bir yanıt olarak evrimleşen deneyime-dayalı koruyucu bir duvar olarak düşündü. Bu duvar, ebeveyn sert, baştan çıkarıcı veya karşı saldırı şeklinde yanıtlar verdiğinde ortaya çıkan korkutucu ve istila eden duygulara karşı çocuğun geliştirdiği bilinçdışı korumalarla gelişmişti (Kohut ve Seitz, 1960)

Aktarım bölgesi İlerleyici nötralizasyon bölgesi Bastırıcı güçler ve savunmalar

Bastırma Engeli

Şekil 1 (Siegel 1996, s 57). Üçlü model ve ilerleyici nötralizasyon bölgesi

Bastırma engelinin altındaki bölge aktarım bölgesidir. İlerleyici nötralizasyon bölgesi bastırma engelinden bağımsızdır. Bu, çocuğun eşduyumsal bakıcılarının travmatik olmayan yanlarının bir sonucudur. Kohut "Psikanalizin kavramları ve kuramları" ile (Kohut ve Seitz, 1963) çevrenin çocuğun iç dünyasına katkıda bulunduğu düşüncesini geliştirmeye kalkmıştır. Bu 1963'de yoldan çıkmış bir düşünceydi. Bu yazıdaki vurgu daha ziyade "optimal engellenme" üzerine olmasına rağmen, Kohut içselleştirmelerin "ilerleyici nötralizasyon bölgesi" aracılığıyla olduğu ikinci yapı oluşturma yolunu da tanımlamıştır. Kohut'un dönüştürmeci içselleştirmenin peşinden gidip ihmal ettiği, içselleştirmelerin bu ikinci yolu, daha çağdaş bir kavramlaştırma olan Stern'in (1985) RIG'lerine ve Terman'ın (1988) "yapmak inşa etmektir" makalesindeki "inşa diyaloğu" na benzer.

Kendiliğin Yeniden Yapılandırılması adlı kitabında Kohut (1977) analitik tedavi sırasında tam olarak yeni yapıların mı oluştuğu, yoksa eski olan fakat zayıf kalmış yapıların mı kuvvetlenip, onarıldığı şeklinde kritik bir soru sorar. Bu sorunun yanıtı önemlidir çünkü bu bir kişinin tedavisinin nasıl yürütüleceğine şekil verir ve yanıt şüphesiz kişilerin (analist veya terapistlerin) yapı oluşumu ve gelişimi konusundaki anlayışlarından doğar. Farklı yanıtlar farklı tedavi yaklaşımlarına şekil verecektir . Kohut bu soruya, analiz sırasında yeni yapıların oluşmadığı, fakat kendiliğin zayıf kalmış yapılarının onarıldığı ve kuvvetlendiğini iddia ederek yanıt verir. Bu iddia Kohut'un narsizmin gelişmesi ve olgunlaşması düşüncelerinden geldiği için, kısaca onun narsist şekillenmelerle ilgili düşüncelerini sunmak istiyorum.

Narsist Şekillenmeler ve Bunlarla Birlikte Bulunan

Kendiliknesnesi Aktarımları

Kohut "Kendiliğin Çözümlenmesi" adlı kitabında (1971) kendiliğin gelişmesinde merkezi önemi olduğunu varsaydığı iyi bilinen iki küme narsist şekillenme betimler. Şekillenmelerden biri idealize edilen nesne ile denge sağlayıcı birleşme gereksinimi etrafında toplanan, gereksinim, düşlem ve arzuların kümesidir. Bir başka gereksinimler, fanteziler ve arzular kümesi, çocukluğun genişlemecilik deneyimi ve buna eşlik eden ebeveyn onayı, hoşlanması ve çocukluğun dönüşmemiş teşhirci ve büyüklenmeciliğine katılması gereksinimi çevresinde oluşur. Kohut daha sonra üçüncü bir yapılanmayı kavramlaştırmıştır. İlk başta, onaylanma bekleyen büyüklenmeci duygular ve düşlemlerin bir kümesi olarak düşünülmekle birlikte, sonraları Kohut ikizlik aktarımını, "tam benim gibi" birine duyulan gereksinimi ifade eden ayrı ve farklı bir aktarım olarak düşünmüştür (Kohut, 1984).

Her bilinçdışı yapı bağlantılı olduğu gereksinimleri doyuracağı nesneye katılmanın yollarını arar. Kohut bu peşinden koşulan nesneleri kendiliknesnesi olarak tanımladı çünkü bu nesneler inisiyatifin bağımsız merkezleriolarak değil, gereksinim doyuran işlevleri ile, kendiliğin parçası olarak yaşanırlar. Gereksinimi doyuran kendiliknesnesini arama ve onunla bir bağlantı kurma kendiliknesnesi aktarımıdır. Doyumu için bir kendiliknesnesi arayan gereksinimler kendiliknesnesi gereksinimleridir.

Kohut'un kuramında her yapılanmanın normal gelişim süreci vardır ve her şey yolunda giderse eksiksiz, kuvvetli ve üretken bir kendiliğin ortaya çıkışına katkıda bulunurlar. Kohut, eğer bir veya birkaç nedenle bu gelişim yarım kalırsa, bu bilinçdışı yapılanmaların ögelerinin olgunlaşamayacağını varsaydı. Bunun yerine bu yapıların gelişiminde duraklama olur ve kendilik onların doğal şekilde ortaya çıkmalarının canlılık verici ve süreklilik (enlivening, sustaining) sonuçlarından mahrum kalır.

Kohut'un kuramı ona yeni teknik önerileri sunma yolunu açmıştır. Yarım kalmış kendiliknesnesi gereksinimlerini kabul eden ve olumlu karşılayan bir ortamın kurulmasını tavsiye ederek, klasik kuramı ve onun bir yatrojenik hastalık yaratmak için tasarlanmış "yansızlık", perhiz ve hayalkırıklığı tekniğini terketmiştir. Böyle bir ortam, daha önce acı verici, aşağılayıcı ve utanç verici olarak algılanıp, bu nedenle inkar ve reddedilmiş (disavowed and denied) olan kendiliknesnesi gereksinimlerinin ortaya çıkmasını besler (foster). Yukarıda belirtildiği gibi, yüzeye gelen kendiliknesnesi gereksinimleri kendiliknesnesi aktarımları şeklinde ortaya çıkarlar. Kohut psikolojisinde, kendiliknesnesi yapılanmaları derinlemesine çalışıldıkça ve yarım kalmış gelişimleri tekrar harekete geçtikçe, kendilik kuvvetlenir ve rehabilite olur. Kohut dönüştürmeci içselleştirmeyi içselleştirmenin ana yolu olarak vurgular; oysa ben, bunu, içselleştirmenin daha önceden kavramlaştırmış olduğu diğer kanallarını ihmal etmesi sebebiyle bir talihsizlik olarak görüyorum. Diğer yollar ilk yayınlarında değindiği ilerleyici nötralizasyon alanı ile çalışmalarının son evrelerinde tanımladığı eşduyumun tedavi edici eylemidir.

Yorumlama: Kohut'un Teknik Aracı

Metapsikoloji Kohut'un kavramsal aracı ise yorumlama da teknik aracıdır. Kohut'un teknik kavramları mantıksal olarak onun gelişim ve hastalık kuramlarından gelmektedir. Kohut bu kuramında hastalıkların nedeninin bilinçdışı kendiliknesnesi gereksinim, istek ve düşlem kümelerinde duraklama olduğunu vurgulamıştır. Kohut için, duygusal gelişmenin kaldığı yerden devam etmesi için terapi ortamında duraklamış olan narsistik yapılanmaların terapötik olarak tekrar harekete geçirilmesi ve içeriklerinin kişiliğe entegre edilmesi gerekir. Kohut bu işin yerine getirilebilmesi için bir yorumlama süreci gerektiğini savunur.

Kohut'un yorumlama anlayışı Freud'un yorumlamasından farklıdır. Kohut'un yorumlaması bilinçdışında gizlenmiş olan toksik içerik konusunda ben'i bilgilendirmeye yönelik hakikat peşinde, entelektüel bir yapılanma şeklinde değildir. Bunun yerine, analistin hastasının şimdiki deneyimini hassas bir şekilde geçmişle bağlantılı olarak derinlemesine anlayan ve bunu hastaya ileten eşduyumsal bir iletişim şeklidir. Kohut'un yorumlaması anlama ve açıklama evrelerini içerir. Yorumlama tedavi edici bir eylem olup, hastanın duygusal varoluşunu onaylar ve hastanın derin duygusal deneyim yaşamasına olanak verir. Daha önce de belirttiğim gibi, Kohut'a göre bir insanın varlığının eşduyumsal olarak onaylanması, psikolojik yaşamın devamlılığı ve analitik terapi için temel bir unsurdur. Kohut'un yorumlaması hastaya tanındığı ve olası en derin düzeyde kabul edildiğini hissettirir. Kohut (1981) şöyle yazar,

Belirttiğim en önemli noktanın analizin açıklamalar vererek (yorum düzeyindeki müdahalelerle) tedavi ettiği olduğunu ileri sürüyorum; anlayışlılıkla değil, hastanın hissedip söylediklerini tekrarlayarak ve teyid ederek değil, bu sadece ilk adım; bundan sonra analist ilerlemeli ve bir yorum vermelidir. Analizde yorum, genetik, dinamik ve psikoekonomik açılardan neler olup bittiğinin açıklanması anlamına gelir. Yorumlar, entellektüel kurgular değildirler. Eğer öyle iseler, işe yaramazlar. Tesadüfen işe yarasalar da, genel kural bu değildir. İyi bir analist çocukluk geçmişini güncel aktarımın dinamiklerinde, sıcak bir şekilde, duyguların yoğunluğunu anlayarak, bu çocukluk arzularının ve ihtiyaçlarının ifadesi sözkonusu olduğunda araya giren çeşitli ikincil çatışmaları incelikle kavrayarak, yeniden kurgular (s 533).

Yorumlama süreci ile hastanın farkında olmadığı ancak etkileri ile mevcut olan çocukluk arzu ve gereksinimleri tekrar canlanma olanağı bulur. Bunlar sonunda hasta tarafından fark edilir, oldukları gibi kabul edilir, nerelerden kaynaklandıkları anlaşılır, gelişim yollarına kaldığı yerden tekrar koyulur ve sonuç olarak olgun yapılar olarak birikirler. Bu şekilde bilinme deneyimi yeni bir yapı haline gelir. Bunlara ek olarak, yorumlamanın eşlik ettiği, analistin derinlemesine anlayışı hastanın sonunda kendisini anlamasını sağlayan bir araç yaratır. Bu, kişinin kendisini entellektüel olmayan deneyimsel anlaması da içsel yapı haline gelir. Açıklamalarla karışım halinde bulunan, analistin kavrayışının iletilmesi tarafından desteklenen böyle bir yorumlama süreci gerçekleştirme, Kohut'un analitik tedarik şeklidir. Bir sonraki bölümdeki tartışma güncel psikanalitik tedarik kavramları üzerine odaklanacaktır.

GÜNCEL TARTIŞMA:

TEDARİKİN UNSURLARI

Optimal yanıtlayıcılık: Bacal (1985)

Howard Bacal'ın "Optimal yanıtlayıcılık ve terapötik süreç" (1985) isimli makalesi kökende Kohut'un klinik fenomenle ilişkili olarak optimal kelimesini kullanışı ile uyarılmış düşünceleri tartışan yazı dizisinin ilkidir. Bacal, burada Kohut'un"optimal engellenme" kavramı meselesini ele alır ve bunun yerine kendi "optimal yanıtlayıcılık" terimini alternatif bir düşünce olarak önerir. Bacal optimal engellenme kavramının "kendilik psikolojisi bakış açısından tedavi süreci içinde merkezi önemi" (s.202) oluşunun onun "optimal doyum" olarak değerlendirdiği meselenin ışığı altında bir kez daha gözden geçirilmesini önerir. Bacal tedavide doyuma karşı engellenme konusundaki klinik tartışmanın sonu gelmeyen "biri veya öteki" konumu ile tartışmayı dondurduğuna dikkat çeker. Bu makaleyi yazarken amacının kısmen, "yakın zamanlara kadar karşıaktarımsal bir eyleme dökme olarak görülen ikincinin (optimal doyum) önemini ortaya koymak" (s.202) olduğunu belirtir. Bu ikilemi aşmak adına Bacal, "analistin belli bir anda belli bir hasta ve onun hastalığı bağlamında terapötik olarak en uygun yanıtlayıcılık" olarak tanımladığı "optimal yanıtlayıcılık" kavramını teklif etmiştir (s.202).

Bacal'ın bu tartışmada Kohut'un "optimal engellenme"sindeki "optimal"i Kohut'un gerçekte kastettiği gibi sıfat olarak değil, zarf olarak okuduğunu düşünüyorum. Kohut optimal kelimesini engellemek fiilini nitelemek için kullanmamıştır. Daha önce de belirttiğim gibi, Kohut öncelikle optimal engellenme kavramını klinik olarak değil, gelişimsel açıdan düşünmüştür. Bu gelişimsel bağlam, yapı inşa süreci için temel olan, psikolojik olarak başa çıkılabilecek aksamaları işaret eder. Onun gelişimsel kavramlaştırmasında Kohut olayın kendisinden ziyade aksama yaratan olayın deneyimi ve bununla içsel olarak başa çıkılması ile ilgilidir.

Bacal'ın, içe-yansıtmalar, içselleştirmeler, psikolojik yapı ve yarılma -hem yatay, hem dikey olanlar- gibi metapsikolojik kavramları korumakla ilgili seçimini ve psikoekonomik bakış açısından gerilimin kontrol altına alınması ve duygulanımla başa çıkma konularına önem verilmesi gerektiği ile ilgili görüşlerini alkışlamakla birlikte, onun optimal yanıtlayıcılık kavramına yaptığı vurguyu sorunlu buluyorum. Kohut'un optimal kavramı klinikte kullanıldığında belli bir zaman içinde sürekli görüşen iki insan arasında ortaya çıkan kaçınılmaz aksamalar hakkındadır. Kohut'un klinik optimali terapistin doğrudan yaptığı hiçbir şeyle ilgili değildir. Bu aksamaları ve aynı zamanda ortaya çıkışındaki kendi katılımını görmesi ve tanıması, uygun olduğunda aksamanın derin anlamlarını araştırması, aksamayı travmatik değil optimal hale getiren analist katkılarıdır. Bu analitik edimlerle yaratılan tanıyan, onaylayan, anlayan ve açıklayan çevre, aksama ile bağlantılı acı veren duyguları taşımaya yardımcı olur.

Kohut'un sıfat şeklinde kullanımının aksine Bacal Kohut'un optimalini terapötik eylemi anlatabilmek için zarf olarak kullanmıştır. Bacal onun hakkında şöyle yazar (1985),

"Optimal engellenme" kavramı esas olarak, analize saygınlık kazandırır. Hastalarımızı tedavi ederken kendimizi onları doyuruyor olarak düşünmediğimizi "kanıtlar". Bu imge ile bağlantılı olarak, hastanın iyileşmek için katetmek zorunda olduğu zorlu yolda libidonun saplanma noktaları olduğu ve nesnelerle arkaik bir şekilde ilişkilerini sürdürmenin zararlı etkileri ve gerçekle yüzleştirilmediği sürece, gerilediği bu noktalara yapışıp kalacağı düşüncesi mevcuttur. Bu bakış açısına göre, hastalar optimal olarak engellenmedikçe ve ilerlemeleri teşvik edilmedikçe sadece anlaşıldıklarını hissedip bundan doyum alacaklar, sürekli daha fazla şey talep edecekler ve oldukları yerde kalacaklardır (s 216).

Bacal bu anlayışını Kohut'un analizin nasıl tedavi ettiği ile ilgili görüşünü, özellikle bir optimal engelenmeyi izleyen dönüştürmeli içselleştirme düşüncesini ele aldığı ve kendisininkine ile karşıtlığını kurduğu "Nesne İlişkileri Kuramları: Kendilik Psikolojisine Köprüler" (Bacal ve Newman, 1990) isimli kitabında tekrarlar.

Tedavi edici sürecin "düzeltici kendiliknesnesi deneyimi" olarak adlandırılabilecek şeyi içerdiğine dair görüş, içgörünün ana terapötik etken olduğunu ileri süren klasik analitik görüşle keskin bir şekilde karşıtlık içindedir. Bu Kohut'un "analiz nasıl tedavi eder ?" bakış açısı ile de bir bakıma farklılık gösterir. Kohut'a göre terapötik etki, kendiliknesnesi gereksinimlerinin "optimal engellenme" olarak adlandırılan, başa çıkılabilen, çoğul deneyimleri aracılığı ile gerçekleşir, ki bunun sonucunda hasta, analistin kendiliknesnesi işlevlerini, kendi kullanımı için üstlenir veya -dönüştürmeli içselleştirme adı verilen olgu yolu ile- içselleştirir...

"Engellenme"yi hastanın analitik deneyimine sunmaya gereksinim yoktur... Hastanın analistten almak istedikleri ve aldıkları arasındaki farkı engelleyici ve acı verici kopuşlar olarak deneyimlemesini engelleyecek kadar "optimal" yanıtları olan hiçbir analist yoktur (s 258).

Bacal, Kohut'un hastalarını kasten engellediğini (hayal kırıklığına uğrattığını) ima eder, ancak açıklamaya çalıştığım gibi klinik ortamda kasten engellemenin Kohut'un optimal engellenme kavramı ile ilgisi yoktur. Gerçekte Kohut klasik kuramdaki engellenme düşüncesine bir teknik olarak karşıydı ve psikanalitik tedaviyi uygulayabilmek için esas olan uygun şekilde yanıtlayıcı insani çevrenin gerekliliğini anlatmak için çok çaba göstermişti. Bu bakış açısından, Kohut Kendiliğin Yeniden Yapılanmasında (1977) tüm bir bölümü terapötik ortamın ambiyansını tartışmaya ayırmıştır. Bu tartışmada Kohut klasik psikanalitik "engellenme" kavramının yarattığı sert, kaba, incitici ve travmatik olarak engelleyen ortama karşı olmuştur. Teknik bir manevra olarak hastayı engellemeyi savunmamıştır; Kohut'un soğuk ve engelleyici analist olmanın aksine nasıl insani davrandığı ile ilgili pekçok ünlü hikaye vardır.

Kohut'un bir hastası ile ilişkisindeki insancıllığı ve engelleyici olmayan tarzına dair belki en dokunaklı örnek daha önce de değindiğim 1981 Berkeley Konferansına katılan bir hastasının hikayesinde bulunur. Bu toplantıda Kohut gelecek senenin yıllık konferansına katılacak kadar yaşamayacağını biliyordu ve onun son sözlerini dinlemek için biraraya gelmiş topluluğa hüzünlü bir elveda dedi. Toplantıdan sonra, Kohut'un analizanı onunla aynı uçakta Şikago'ya dönüyordu. Kohut onun birkaç sıra ötede oturduğunu görünce hostese analizanını yanına çağırmasını rica etti. Analizan aynı gün erken saatlerde yaptığı Berkeley konuşmasının stresinden dolayı bitap durumdaki Kohut'un yanına geldi. Hastalığı ile mücadeleden tükenmiş ve ölümün yakın olduğunun farkında, buna rağmen analizanının "hoşça kal" deme isteğinin farkında olacak kadar da duyarlı olarak, Kohut analizana "benimle konuşmak isteyebileceğini düşündüm" dedi (Beigler, 1997, kişisel iletişim). Bu dokunaklı öykü Kohut'un engelleyici olduğu yolundaki yanlış inancı çürütmektedir ve Kohut'un sadece saatler önce Berkeley'de kendi hakkında ironik bir şekilde söylediği noktayı da vurgulamaktadır: "ben geri kafalı değilim, bir kişinin ne kadar çok bilirse o kadar özgür olacağını düşünüyorum. Ne kadar çok bilirse törenlere o kadar az kaygı ile yapışır çünkü kimse ne uygundur, ne uygun değildir bilemez" (Kohut 1981).

Açık olan şudur ki, son zamanlarda terapötik yönteminde aktif olarak "engelleyici" olduğu yolunda atıflar olmasına (Bacal ve Newman 1990) rağmen Kohut engelleyici değildir. Engellenmenin Kohut'un klinik düşüncesinde bir rol oynadığı doğrudur ancak bu klasik analizdeki engellenme değildir. Daha öncede belirttiğim gibi o bilinçdışı arzunun sürekli engellenmesi yoluyla yatrojenik bir hastalık oluşturmakla ilgilenmiyordu. Bundan ziyade, hastaların klinik karşılaşmada hayal kırıklığını rahatça yaşayabilecekleri bir ortama olanak sağladı. Analiz içinde veya dışında, yaşamda olan hayal kırıklıklarını analiz etmekle ilgiliydi. Kişi, kendiliğinin nitelikleri hakkında en fazla bilgiyi yaşamın kaçınılmaz sıkıntıları ile karşılaştığında edinir. Eğer analist hissedilen acıyı önlemek ya da azaltmak için çok hızlı hareket ederse, acının biricik anlamlarını öğrenme fırsatı kaybolur. Bu anlayışın sonucu olarak, Kohut hastaların, herşeyi hemen düzeltme yolundaki acil arzularına yanıt vermezdi.. Bunun yerine, duygulanımsal şiddeti yumuşatmaya yardım gereksinimlerine duyarlı kalarak, hastalarının iç yaşantılarını beraberlerindeki acı ile birlikte yaşamalarına izin verecek bir ortam için gayret sarfederdi.

Bacal'ın gelişimsel kuramdaki kavramlaştırmalarını, optimal yanıtlayıcılığın terapist için yarattığı yük ve bu yaklaşımdan hangi insanların yarar göreceği ile ilgili tanısal ayrım eksikliği açısından sorunlu buluyorum. Benim Bacal'ın kavramlaştırması ile ilgili ana sıkıntım, onun klinik tavsiyelerinin gelişimsel bir kurama yeterli şekilde dayandığına inanmayışım ve Bacal'ın klinik düşüncelerine bir kuramsal temel bulma girişiminden (Bacal ve Newman 1990) kaynaklanıyor. Bacal, klinik düşüncelerine kuramsal-gelişimsel temel oluşturmak amacıyla, Winnicott'ın "yeterince-iyi-anne" kavramının önesürdüğü optimal çocukluk çevresi ve Kohut'un uygun şekilde yanıtlayıcı kendiliknesnesi kavramları üstünde durur. Ardından bu gelişimsel düşünceleri klinik ortama literal bir şekilde anne-bebek ilişkisi ile analist-analizan ilişkisi arasında doğrudan bir benzerlik kurarak uyarlar. Bacal bu benzerlikten yola çıkarak sağlıklı bir kendilik gelişimi olabilmesi için "yeterince-iyi- anne / yanıtlayıcı kendiliknesnesi ortamı"nın esas olduğunu belirtmektedir ve aynı şekilde, iyileşme süreci için de "optimal yanıtlayıcı" terapötik bir çevre esas bir unsurdur. Bacal'e göre, "optimal yanıtlayıcılık" tekniğinin aracılığında "düzeltici kendiliknesnesi deneyiminin sağlanması" temel iyileştirici etkendir (Bacal ve Newman 1990).

Bacal çocuk için temel olan uygun şekilde yanıtlayıcı kendiliknesnesi ortamı anlayışından, böyle bir deneyimin analizde bilerek sağlanması düşüncesine doğrulanmamış (unjustified) bir sıçrama yapmıştır. Bacal'ın klinik kuramında analist "düzeltici kendiliknesnesi aktarımı" oluşturmada aktif olarak rol almalıdır ve bu tedarik etme hastayı iyileştirecektir. Doğrudan bu terimi kullanmasa bile, psikolojik olarak yaralanmış bir kişiye analistin böyle bir tedarik aracı ile "yeni bir ebeveynlik" verebileceğini ima etmektedir. Bacal'ın analistin düzeltici kendiliknesnesi deneyimi sağlayabileceğini varsayması erken optimal deneyimin olduğu hali ile tedavi ortamına uyarlanabileceği düşüncesini ifade etmektedir. Bu düşünce erken çocukluk deneyimini tedavi ortamında somutlaştırır; buna karşın, analist-hasta ilişkisinde kaçınılmaz aksamalarmalar sonucu ortaya çıkan çeşitli aktarım oluşumlarını analitik ortamda harekete geçirme ve araştırma şeklindeki analitik yaklaşımın önemini azaltır. Gerçi Bacal de terapideki ve aynı zamanda yaşamdaki aksamaların önemi konusunda bazı kuramcılarla aynı fikirdedir (Winnicot 1951, 1958, 1963; Tolpin, 1971; Wolf 1988); bu aksamalar ile ilgili kendisi de bizzat yazmıştır (Bacal ve Newman 1990); ancak optimal yanıtlayıcılıkla sağlanan düzeltici kendiliknesnesi deneyiminin terapötik değeri yanında onların vurgusunu azaltmıştır.

Bacal'in optimal yanıtlayıcılık kavramına yaptığı vurgu ile ilgili ikinci sorunum, bu kavramın terapist üzerinde oluşturduğu psikolojik yüktür. Bu özellikle belli bir hasta için belli bir durumda verilebilecek optimal bir yanıtın deney-öncesi bilinebileceği, hatta bilinmesi gerektiğine inanmaya meyilli genç terapistler için böyledir. "Optimal yanıtlayıcılık" kavramı optimal yanıtın ne olacağını bilmenin ancak hasta belli bir müdaheleye yanıt verdikten sonra, geriye doğru düşünülerek olası olduğu gerçeğini atlar. Diğer türlüsü, olgunlaşmamış tümgüçlülük ve büyüklenmeciliği uyararak deneyimli olsun veya olmasın tüm terapistlere aynı şekilde yük getirir. Buna ek olarak, tedarik yoluyla iyileştirme kavramı içinde yeralan "yeni bir ebeveyn" olma düşüncesi terapistin kendi karşılık görmemiş gelişimsel ve narsist gereksinimlerine çekici gelir. Hastanın iyiliği için yapılan bir müdahele olarak akla uydurulmuş "düzeltici kendiliknesnesi deneyimi" sağlama girişimi kolayca, terapistin bilinçdışı "yeni bir ebeveyn bulma" arzusunu doyuran bir "sahneye koyma" haline gelebilir. Aynı zamanda, hastanın iyiliğini düşünen kişi olmak şeklinde akla uydurulduğunda, tedarik etme tekniği terapistin olgunlaşmamış yüceleştirilme, hayranlık ve beğenilme gereksinimlerine yanıt verebilir.

Bundan başka, tedarik etmeye vurgu yapma analistte, sakinleştirici, yatıştırıcı ve "gerilimi düzenleyici" ortam yaratmaya yönelik artan ilgiyi kuvvetlendirir. Böyle bir ortamda, hastayı hayalkırıklığına uğrama ve bu sayede bu hayalkırıklığıyla belli aktarım kümeleri ve bunlarla bağlantılı öykü ve acı ile çalışma fırsatından mahrum etme riski vardır.

Son sıkıntım tanısal tabiattadır. Bacal tartışmasında, düzeltici kendiliknesnesi deneyiminin sağlanması önerisinde, hangi hastaların bundan yararlanacağı, hangilerinin zarar göreceğine dair bir ayırım yapmamıştır. Önerisi farklı seviyelerdeki psikolojik stres ve örgütlenme kaybını birbirlerinden ayırt etmez. Bunun yerine Bacal bütün hastalar için genel bir terapötik tutumun yararlı olacağını ima etmektedir. Fakat tedarik etmenin bazı hastalarda derin gerileme yaratacağını ve bazı diğerlerinde tedarik eden analiste kuvvetli aktarım bağımlılığı oluşturacağını hesaba katmamıştır. Kim nasıl tepki verecek şeklindeki tanısal ayrımlar çok önemli, değerlendirilmesi zor ve hatta önceden bilinmesi genelde olanaksızdır.

Kohut'un optimal kelimesini zarf olarak okuyarak Bacal, Kohut'un gelişimsel olarak düşündüğü engellenme kavramını, Freud'un klinik eylem olarak düşündüğü engellenmeye dönüştürmektedir. Bence Bacal böyle davranarak varolan tartışmaların yönünü değiştirmiş ve gelişimsel süreç düşüncesinden klinik eylemler düşüncesine doğru kaymıştır.

Optimal Tedarik Etme: Lindon (1994)

"Optimal" konusundaki diğer bir yazı John Lindon'un "Psikanalizde Tedarik ve Doyum: 'Perhiz' Kuralından Kurtulmalı mıyız ?" adlı makalesidir (1994). Lindon burada Freud'un dogması olan perhiz kuralı ve bunun analiz uygulaması üzerine etkisine değinmiştir. "Düzeltici kendiliknesnesi deneyiminin sağlanması"nın tedavi edici analitik bir unsur olduğunu düşünen Bacal'ın aksine, Lindon kendi optimal tedarik kavramını tedavi edici bir teknik olarak önermez. Bunun yerine, tedarik kavramı meselesine hastanın bilinçdışı duraklamış yapılarının araştırılmasına olanak tanıyan ortam yaratma perspektifinden yaklaşmıştır. Burada, Lindon'ın sunduğu klinik malzemede, belirli bazı hastalar için gerekli olduğunu düşündüğü analitik ortamı yaratma konusundaki yaygın gayretlerinde, onun tarafından fazla açıklanmamış başka bir kuram tarafından mı yönlendirildiği sorulabilir. Bununla beraber, onun açıkladığı psikanalitik tedavi kuramı, aktarımların harekete geçirilmesi, araştırılması ve derinlemesine çalışılması düşüncesine dayandığı için, Kohut'unkine benzemektedir. Lindon (1994) tedarik ile ilgili önerisinin karşıaktarım eyleme dökmelerini tetikleme olasılığına karşı uyanık olduğunu belirtmekte ve makalesini Brandchaft tarafından sunulan ikaz ile bitirmektedir:

Brandchaft (1993) -her kuram için geçerli olmak üzere- bu kuramda da oluşabilecek, bir analistin kuramında gerekli bir işlev olarak görmesi ile desteklenen bir aktarımsal "sahneye koyma" tehlikesine karşı bizi uyarmıştır: "Bu kiplere bağlanma (örneğin duygulanımın ayarlanması, optimal yanıtlayıcılık gibi), bunların terapötik merkeziyetine inanmak ve araştırmak sürecinin yolunu tıkayabilir" ve böylece bunlar öncelikle hastanın bilinçdışı psikolojik örgütleyici ilkelerini tanımamıza ve böylece onları yeniden örgütleme ve özgürleşme konusunda ona yardım etmemize engel olurlar".

Ben inanıyorum ki gerekli olan, analistin hastanın öznel deneyimini dikkatli, sürekli (sustained), eşduyumsal olarak araştırmasıdır; buna tedariklerin varlığı veya yokluğuna verilen anlamlar da dahildir. Katkılar analitik çalışmayı daha ileriye götürmenin hizmetinde olmalıdırlar. Psikanaliz bir tedarik oluşa indirgenmemelidir (s. 29) .

Kohut gibi Lindon da tedariki, eksik olan psikolojik işlevin kendisinin hastaya sağlanmasından ziyade, analistin analitik çalışmayı kuvvetlendiren bir ortam yaratması olarak düşünmektedir.

Optimal Kısıtlama: Shane ve Shane (1996)

Optimal konusundaki diğer bir kaynak Estelle ve Morton Shane'in "Optimalin Arayışındaki Kendilik Psikolojisi: Klinik Ortamda Optimal Tedarik, Optimal Doyum ve Optimal Kısıtlamanın Bir Değerlendirmesi" adlı makaleleridir. Bacal'e benzer şekilde onlar da, Kohut'u terapötik teknik açısından "engelleyici" olarak anlamışlar ve öyle sunmuşlardır. Şöyle yazarlar,

Bacal klinik ilişkide engellenme ve doyurmanın kaçınılmaz olarak varolduğuna ve ikisinin de analist için uygun bir tedavi amacı olmadığına; analistin ne bilerek engellemeye, ne de istendiği kadar optimal olsun, bilerek doyurmaya çalışmaması gerektiğine dikkat çekti. Bunun yerine klinik ortamdaki doğru amaç, analistin hastasını anladıktan sonra, bu kavrayışı optimal bir yanıt olarak ona iletmesidir (s. 43).

Shane'ler, Bacal'i, alanı optimal engellenme kavramının kötüye kullanımından kurtardığı için ve yeni bir terim olan optimal yanıtlayıcılığı yarattığı için övmüşlerdir. Perhiz kuralından kurtulmak hakkında Lindon'la hemfikir olmalarına karşın, terapötik süreçte hala bir sakınmaya gereksinim olduğunu hissederler. Bu sebeple, Shaneler yeni bir terim olan ve "terapötik çift içinde ne gereksinim duyulandan veya arzu edilenden daha fazla, ne de süreci rayından çıkaracak kadar doğal olmayan ve kısıtlayıcı bir yanıt vermek" olarak tanımladıkları optimal kısıtlama kavramını önerdiler (s. 43). Ardından tanı, gelişim ve güdülenme sistemlerini dikkate alan bir optimal yanıtlayıcılığın ana hatlarını (guidelines) önerdiler. Shane'ler makalelerini bitirirken klinik ortamda engelleme kavramına karşı olduklarını belirten görüşlerini yinelemişlerdir. Kohut'un savunduğunu ima ettikleri ve benim onlarla hemfikir olmadığım nokta şöyledir: "Engelleme klinisyen için, yapı inşasını ve gelişimi zenginleştiren yararlı bir rehber değildir" (s 43). Bu makalede Shane'ler optimalin terapistin eylemine gönderme yaptığı bir ortam yaratmaya odaklanmışlardır. Analisti, bu sefer optimal kısıtlama ile yönlendirilen, optimal yanıt sağlayarak sağlık yaratma konumunda görmektedirler.

Kolaylaştırıcı Yanıtlayıcılık: Fosshage (1997)

Bu dizideki son makale James Fosshage'nin "Dinlemek / Deneyimleyen Bakış Açısı ve Kolaylaştırıcı Yanıtlayıcılığın Arayışı" isimli yazısıdır (1997). Fosshage, tedarikin psikanalizde tedavi edici unsur olduğu konusunda Bacal, Lindon ve Shane'lerle aynı fikirdedir. İlginçtir ki, Fosshage Lindon'un analizi mümkün kılan optimal tedarik kavramı ile Bacal'in optimal yanıtlayıcılık ve düzeltici kendiliknesnesi deneyiminin sağlanmasının kendilerinin tedavi edici oldukları düşünceleri arasında bir ayırım yapmamaktadır. Fosshage, Bacal'in optimal yanıtlayıcılık düşüncesinin tabiatında varolan, verili bir durumda tek bir "optimal" klinik yanıtın olduğuna dair imayı sorunlu bulur. Fosshage'ye göre verili bir durumda onun "gereksinim duyulan ilişkisel kendiliknesnesi deneyimi" adını verdiği olası pekçok yanıt vardır. Bu zorluğu aşmak için kolaylaştırıcı yanıtlayıcılık terimini önerir. Fosshage'nin "kolaylaştırıcı yanıtlayıcılık" teriminin altında yatan kuram ile Bacal'ın düşünceleri aynı temele dayanmaktadır. Her iki kuram da eksik gelişimsel unsurların analistin düzeltici eylemleri ile tamamlanabileceğini varsaymaktadır. Fosshage makalesinin son kısmında bu inancını anlatmaktadır:

Kendilik psikolojisi, analistin yeterli şekilde varolması ile hasta ve analistin beraberce gerekli gelişimsel deneyimleri yaratmak için bir yol bulabileceklerini anlamamıza yardımcı olmuştur. Sorunlu deneyimleri anlama ve açıklamanın gerekli deneyime bir temel sağlamasıyla birlikte, hastalar gereksinim duydukları ilişkisel kendiliknesnesi deneyimi için, analistleri ile daha kuvvetli etkileşimlere ihtiyaç duyarlar...Buna bağlı olarak bir analistten beklenen yanıtların aralığı artık sadece araştırma ve yorumlamanın sınırlarının çok ötesine geçmiştir ve bu durum kolaylaştırıcı ve optimal yanıtlayıcılık terimleriyle uygun bir şekilde kavranır (s 51).

Bu yargısında görüyoruz ki, Fosshage de Bacal gibi, analitik sürecin tedavi edici unsurunu hasta-analist ikilisinin gerekli gelişimsel deneyimleri beraberce yaratmaları olarak anlamaktadır. Fosshage'nin de Bacal gibi, gereksinim duyulan gelişimsel deneyimlerin hasta ve analist tarafından tekrar yaratılmasını analitik sürecin temel tedavi edici unsuru olarak düşündüğünü görüyoruz. Şimdi açıklayacağım gibi, bu türden bir anlayış, ilişkisel deneyim ile kendiliknesnesi deneyimini birbirine karıştırmaktadır.

TARTIŞMA

Bu bölüme, günümüzde Kohut'un yararlı kuramsal ve klinik düşüncelerinin, yoğun bir şekilde terapötik sürecin ilişkisel-tedariksel doğasına odaklanan güncel tartışmalarda kaybolduğuna dair daha önce belirttiğim üzüntümü yineleyerek başlayayım. Bu bölümün amacı terapinin iki yönlü etkileşimsel doğasının önemini azımsamak değildir çünkü ben de analitik çalışmanın her iki katılımcının beraberce analitik alanı yarattıkları yüksek derecede etkileşimsel bir süreç olduğunda hemfikirim (Stolorow, Branchaft ve Atwood, 1987; Ehrenberg 1992). Bu ikili etkileşim kaçınılmaz bir şekilde aktarımların üzerinde oynandığı sahne olmaktadır. Ben biraz sonra daha da açıklayacağım gibi, analitik sürecin tedariksel özelliği olmadığını da iddia etmiyorum. Benim amacım bunlardan ziyade, analitik tartışmada kaybolma tehlikesi ile karşıkarşıya olan yorumlama sürecinin merkezi rolüne dikkat çekmektir.

Kohut'un kendilik psikolojisi, analizin daha önce gelişmesi durmuş psikolojik yapıların normal gelişimsel yoluna geri dönüşü aracılığı ile tedavi ettiğini ileri sürmektedir. Kohut'un kavramlaştırmasına göre terapötik süreç, bilinçdışı çocukluk gereksinimleri, arzuları, düşlemleri ve korkularının harekete geçirilmesi ile, geri kalmış yapıların gelişimine devam etmesi olanağını yaratmaktadır. Bu bilinçdışı unsurlar klinik olarak kendiliknesnesi aktarımları olarak ifade edilmektedir. Bunun yanında, çocukluğun başarısızlığa uğramış kendiliknesneleri ile yaşanan eski travmalar, travmatik aktarımlar olarak ifade edilmek üzere ortaya çıkmaktadırlar

.

Aktarımın bilinçdışı çalışması bir insandan diğerine doğru hareket eden bir yöney (vector) olarak kavramlaştırılabilir.Terapötik bağlamda aktarım Şekil-2 de olduğu gibi hastadan analiste doğru hareket eder.

Hasta >------------bilinçdışı kendiliknesnesi yapılanmaları-----------> Analist

Şekil 2: Kohut'un bakış açısından temel tedavi edici unsur olan yöney

Hasta terapötik süreçte üzerinde çalışılacak olan kendiliknesnesi aktarımlarını yaratır. Belli bir analistin iç dünyası hastanın kendiliknesnesi veya travma aktarımlarının ortaya çıkmasını sağlar ya da engeller. Bu ikinci durumda yöney analistten hastaya doğru hareket eder, fakat bu yöney terapötik eylem yöneyi değildir. Bu kaçınılmaz insani etkileşim yöneyidir ve ideal olarak, analist tarafından tanındığında, hasta, analist ve etkileşimleri hakkında bilgi kaynağı olur.

İlişkisel-tedariksel konum yorum ve aktarımın derinlemesine çalışılmasını, terapötik sürecin parçası olarak desteklerken, tedariksel açıdan bakanlar, analitik eylemin ikinci yöneyine önem verirler. İlişkisel-tedariksel düşünce, analisti, tedarik eden bir kendiliknesnesi olarak vurgular ve analistin düzeltici ilişkisel kendiliknesnesi deneyimini, Şekil-3'te görüldüğü gibi, temel tedavi edici unsur olarak kuramsal önplana yerleştirir.

Hasta <-------------düzeltici ilişkisel kendiliknesnesi deneyimi----------< Analist

Şekil 3. İlişkisel-Tedariksel bakış açısından temel tedavi edici unsurun yöneyi

İnanıyorum ki İlişkisel-tedarikçiler, çocukluğun gelişimsel olasılıkları ile klinik ortamın gelişimsel olasılıklarını eşitleyerek, iki ortam arasındaki farkları yeterince değerlendiremiyorlar. Çocuklukta olanlar başka bir yerde aynen tekrar etmez.. Çocukta gelişim devam etmekte ve esnek yapı halen korunmaktadır; daha büyük çocuklarda ve hele yetişkinlerde var olan sert yapılar henüz yerleşmemiştir. Ek olarak, gelişimde, ötesine geçildiği zaman yeni beceri ve kalıpların edinilmesinin çok zor olduğu kritik noktalar vardır. Örneğin çocuklukta atletizm ve müzik becerisini edinmekle yetişkinlikte bunu yapmak arasındaki farkı kıyaslayın. Yirmi yaşından sonra atletizme başlayan çok az atlet vardır; ileri yaşlarda müziğe başlayan daha da azdır. Ötesine geçildiği zaman, yeni motor becerilerin ancak büyük zorluklarla edinildiği kritik zamanlar vardır. Diğer beyin işlevlerinde durum farklı olabilir mi ? Kuvvetli bir kendilik, sağlıklı çocukluk çevresi olarak eksik kalan bazı deneyimlerin basit bir şekilde daha ileriki yıllarda tedarik edilmesi ile kurulabilir mi ? Bu yerine koyma işi tamamlamak için yeterli midir?

Ben İlişkisel-tedariksel okulun, tedavi edici süreç içinde gerekli unsurlardan birinin derinlemesine çalışma olduğunu öne süreceğini varsayıyorum. Bence İlişkisel-tedariksel okulun teknik yaklaşımı ilişkisel unsurun önemini fazlaca vurgularken, gelişimi duraklamış yapıların tekrar harekete geçişini yorumlama süreci içinde derinlemesine çalışmanın önemini azımsar. Teknikle ilgili sorulara yanıtlar gelişimsel kuramda köklenmişlerdir. Kendilik psikologları genel olarak psikolojik hastalığın, çocuklukta içinde temel psikolojik işlevleri vermede başarısızlığa uğramış kendiliknesnelerinin toksik çevresinde oluşmuş olan gelişimsel duraklamalardan kaynaklandığı konusunda hemfikirdirler. Bu kuramdan hangi terapi mantığı doğar ?

Daha önce özetlediğim gibi, Kohut'un terapi mantığı toksik çocukluk çevresinin etkisi ile gelişimi donmuş olan bilinçdışı yapıların gelişimlerine kaldıkları yerden devam edebilmeleri için, harekete geçirilmesini cesaretlendirmedir. Bu tekrar canlandırma ve tekrar gelişimi uyarmak amacıyla, Kohut duraksama ile bağlantılı inkar ve reddedilmiş utanç dolu çocukluk düşlem ve geresinimlerini hoş karşılayan, araştıran, kabul eden, anlayan ve açıklayan arkadaşça ve insancıl bir klinik ortam yaratmıştı. Kohut yorumlama yöntemi ile beslenen bir analitik tedavi süreci bakışını savunuyordu.

Yorumlama, daha önce de belirttiğim gibi, Freud'un dürtü-savunma psikolojisine çağrışım yaptığı için sorun yaşayan teknik bir kavramdır. Freud hastalıkların çatışma yaratan bilinçdışı güçlerin çatışması sonucunda olduğuna inandığı için, kuramında yorumlama ile bilinçdışı bu güçleri farkındalık düzeyine getirmenin tedavi edici olduğuna inanmaktaydı. Freud'un kuramında yorumlama "içgörü" sağlıyordu ve içgörü iyileşme getiriyordu. Ne var ki, psikolojik hastalıklar kuramı değişti ve Freud'un öncü tekniği olan bilişsel içgörünün iyileşme sağlaması, özellikle kendilik psikologları arasında rağbet görmemeye başladı. Yorumlama Freud'un içgörü kavramı ile eş tutulduğu için yorumlama düşüncesi, kendilik psikologları arasında değersizleştirilen bir terapötik araç haline geldi.

Şunu tekrar belirtmek isterim ki, Kohut'un "yorumlama"sı Freud'un "yorumlama"sından farklıdır. Kohut mesafeli analist tarafından yapılan bilgiç, seçeneksiz yorumlamaya karşıydı. Bunun yerine, zaman içinde evrimleşen eşduyumsal şekilde bilgilendiren "yorumlama süreci"ni tanımlamıştır. Kohut'un yorumlama süreci, onun özetlediği şekli ile (1984) belli bir sırayı izlemektedir: Anlama evresinde hastanın deneyimi eşduyumsal olarak algılanır, doğrulanır, geçerli kılınır; ardından, hastanın güncel deneyiminin çocukluktaki kökenlerine bağlantılandırıldığı açıklama evresi gelir. Kohut'un bakış açısında, yorumlama süreci ve eşduyumsal çevre birbirine sıkı sıkıya bağlıdır. Biri diğerini yaratır. Analist belirli bir kendilik durumunun eşduyumsal anlayışını duyarlı bir şekilde ilettiği zaman ve ek olarak, uygun olduğu zaman, bu durumun çocukluk kökenleri ile ilgili olarak aynı şekilde duyarlı bir açıklama yaptığı zaman, eşduyumsal çevre yaratılmış olur. Analist, eşduyum yapmaya koyulmaz; analist tarafından eşduyumsal algılanma deneyiminin kendisi terapötiktir ve yeni yapı oluşumuna olanak sağlar.

Yorumlama sürecinde diğer yapı oluşturan unsur açıklamanın hastanın kendi öyküsü ile bağlantısını kurmanın etkisidir. Duyarlı şekilde zamanlanan ve yapılan açıklamalar sağlayarak, analist geçmişle şimdiyi birbirine bağlar. Deneyimsel-bilişsel açıklama, "şimdi ne oluyor ?" sorusunun yanıtını, "geçmişte ne olmuştu ?" sorusunun yanıtı üzerinden vererek, hastaya yön sağlayıcı bir deneyim yaratır. Analiz sürecinde deneyimsel-bilişsel açıklamalar hastaya bir süreklilik hissi verirler. Hastayı zamanın içinde demirler ve anlayan/açıklayan analistin yokluğunda kendisini daha iyi anlamasını sağlayan yapı oluşumu haline gelir.

Analisti yönlendiren terapötik ilkeler hemen göze çarpmaz fakat analizin uygulamasında belirgin etkileri vardır. Temel terapötik yöneyin bilinçdışı kendiliknesnesi gereksinimleri tarafından yaratılan kendiliknesnesi aktarımları şeklinde hastadan terapiste hareket ettiğini düşünen analist, bu aktarımları ve bunlarla bağlantılı bilinçdışı düşlemler, gereksinimler, arzular ve korkuları anlama ve bunları hastaya açıklamanın yollarını arar. Bu konum sürece önem verir; bir iyileşme sağlamak için gerekli olarak görülen özel eylemlere (tedarik) önem vermez.

Kendilik psikolojisi içindeki İlişkisel-tedariksel okulun taraftarları terapötik yöneyin analistten hastaya doğru hareket ettiğini düşünürler. Hastanın kayıp olan temel deneyimlerinin yerine konması için özel bir hareket gerektiği düşüncelerini desteklemek adına Kohut'un ağır depresyonda olan bir kadın hastanın analizinin umutsuz bir anında onu sakinleştirmek amacı ile parmaklarını uzatması öyküsünü anlatmaktan hoşlanırlar (Fosshage, 1997). Bence şimdi meşhur olan bu vaka örneğini sunarken Kohut'un zihninde başka bir şey vardı. Kohut'un (1981) bu deneyimini aktarırken söyledikleri şunlardı:

Şimdi size bu hikâyeye ilişkin neyin çok hoş olduğunu söyleyeceğim; çünkü bir analist her zaman bir analist olarak kalır. Ona iki parmağımı verdim. Parmaklarıma tutundu ve ben derhal kendime genetik bir yorum yaptım. Parmaklarıma tutunuşu, çok küçük bir çocuğun dişsiz damaklarının boş bir memeye kenetlenmesiydi. Öyle hissediyordum. Hiçbir şey söylemedim. Bu yorumun doğru olup olmadığını bilmiyordum. Ama orada bile buna, kendi kendime, bir analist olarak tepki verdim (s. 535).

Kohut için analizin esası yorumlama sürecidir. Kohut'a göre analist hastanın belli bir deneyimini derinden anlamasını sağlamalı, sonra da bu deneyimin genetik kökenleri ile bağlantısını kurmalıdır. Kohut'un vaka öyküsündeki eylemi, kendiliknesnesi olarak işlev görmesini ve hastasına düzeltici bir kendiliknesnesi deneyimi sağlamasını öngören bir terapötik yönelimden kaynaklanmamıştır. Öyküdeki nokta ve bu iki tutum arasındaki fark, Kohut'un kendisini eşduyumsal bir çevre tedarik ediyor olarak düşünmesidir; bu çevrede eşduyum yorumlama süreciyle ifade edilmektedir. Çağdaş İlişkisel-tedarikçiler ise, yorumlama süreci ile sağlanan eşduyumun yetersiz olduğunu ileri sürmektedir. Onlara göre pekçok durumda eşduyum bir eylemle ifade edilmelidir ve bu da düzeltici kendiliknesnesi deneyimine dönüşür.

Birisinin kendiliknesnesi deneyimi "sağlayabileceğine" dair bir bakış, kendiliknesnesinin temelindeki düşünceyi yanlış ele almaktadır, çünkü kendiliknesnesi hastanın yaratımıdır. Hiç kimse etken olarak kendiliknesnesi olamaz. Kendiliknesnesi hastanın bilinçdışında varolan kendiliknesnesi gereksiniminden doğar ve bu aktarımsal yöney hastadan analiste doğru yönelir. Bu yöney tek yönlü olduğundan, kimsenin "düzeltici kendiliknesnesi deneyimi sağlayamayacağı" açıktır. Analist hastası ile birlikteyken duygusal deneyimleri ile varolabilir. Hastayı derinlemesine anlayıp anladıklarını ona aktarabilir fakat bu kendiliknesnesi olmakla aynı şey değildir. Farklı bir şekilde söylenecek olursa, yöneyin yönü tersine çevrilemez.

Şunu vurgulamalıyım ki, analizde tedarik edici bir deneyim olmadığını öne sürseydim, analitik girişimi yanlış tasarımlamış olabilirdim. Analistin hastasının onu oraya getiren yardım arayışına dolaylı veya açıkça verdiği yanıt "şikayetin ile ilgili sana yardımcı olmaya çalışacağım"dır. İlgili bir analist tarafından verilen bu beyan, umut, destek, kabul ve yargılamadan anlaşılma olarak derin bir tedariktir. Bu temel analitik tedariktir ve terapötik çalışmayı mümkün kılan ambiyansı yaratır. Derin anlayışın ve duyarlı açıklamaların sonucundaki yorumlama süreci ile kurulan eşduyumsal çevrenin tedarik edilmesi, düzeltici duygusal deneyimin çekirdeğini oluşturur.

Benim esas ilgilendiğim mesele yöneye yapılan vurgudur. Ben tedarik etme düşüncesinin kendisinden ziyade, tedarik edici eylemin doğası ve kavramlaştırması ile ilgili sıkıntılıyım çünkü daha önce de belirttiğim gibi, tedarik etme analitik sürecin özünde zaten mevcuttur. İlişkisel-tedariksel okul yorumlama süreci kavramından vazgeçmiyor ancak benim kaygım şu ki, eksik olan psikolojik deneyimleri sağlama ile ilgili tedarik edici yöneyi daha çok vurgularken temel tedavi edici unsur olan yorumlama sürecinin vurgusunu azaltıyor.

Kohut'un son konuşmasında (Kohut, 1981) konu olarak eşduyum ve yorumlama sürecini seçmesi beni hep çok etkilemiştir. Yeni düşünceleri hakkında konuşmayı seçebilirdi. Bunun yerine yaklaşık 25 yıl önce değindiği konulara dönmeyi tercih etmiştir. Neden veda konuşması olarak eşduyum ve yorumlama sürecini seçmiştir ? Bu konuları böylesine öne çıkartan neydi ?

Kohut daha önce eşduyum üzerine yazdıklarından sonra gelişen yanlış anlamaları ortadan kaldırmak amacıyla bu konulara dönmüştür. Analistlerin onun yazdıklarını yanlış yorumlamalarından sıkıntılıdır: "Eşduyumun tedavi ettiğini iddia edecekler. Hastalarına sadece eşduyumsal olmanın yeterli olduğunu söyleyecekler. Ben buna inanmıyorum" (s. 527). Kohut'a göre, yorumlama sürecini başlatma ve sürdürme analist için sina qua non'dur (olmazsa olmaz) ancak öte yandan, psikolojik yaşamın devamı için de eşduyumun çevredeki varlığı sina qua non'dur.

İlişkisel-tedariksel okul Kohut'un anlayışının aksine eksik olan psikolojik unsurun yerine konması sonucu iyileşme kavramını vurgular. Yorumlama süreci ile tedavi ile eksik olanı etken şekilde tedarik etme sonucu tedavi düşünceleri birbirlerinden çok farklı konumları temsil ederler. "Yorumlayıcılar"ın aynı zamanda sağladığı, "tedarikçiler"in de yorumladığı gerçektir, ancak bu kelimeleri aynı anlamda kullandıklarına inanmıyorum. Yorumlayıcılar gelişimin gerçekleşmesi için bir çevre sağlarlar. Diğer tarafta, tedarikçiler gelişimin gerçekleşmesi için bir eylem tedarik etmeleri gerektiğine inanırlar. Bazıları iki durum arasındaki farkın çok belirsiz olduğunu ve biraraya getirilebileceklerini söylerken, diğerleri bu iki konumun gerçekten birbirlerine uyumlu olup olmadıkları sorusunu gündeme getirerek analitik süreç içinde bu iki konumun etkileri arasında derin farklılık olduğunu iddia ederler.

Son olarak şunları söyleyebilirim, alanımız günümüzdeki kısa hasta öyküleri ile "ispatlanan" bazı iddialardan, uzun analitik süreçlerin incelendiği çok sayıdaki vaka çalışmalarına kaymaktadır. Bu çalışmalar zaman içinde iki klinik konumu karşılaştırmak ve aynı zamanda gerçekten birbirleriyle uyumlu olup olmadıkları belirlemek için yaşamın içinden ( canlı ? in vivo) fırsatlar yaratmaktadır. Uzun dönem çalışmalar, bugüne kadar tartışmaların dışında kalmış, değişik kavramsal konumların değişik hasta tipleri için yararlı olup olmayacakları sorusuna değeri ölçülemez ışıklar tutabilir. Benim ümidim böyle çalışmaların, hepimizi, - tedarikçi yorumcuları olduğu gibi yorumcu tedarikçileri de- psikanalitik tedavideki karmaşıklıkları daha derinden anlamaya doğru yönlendirmesidir.

.Alıntıdır.
 

Forum istatistikleri

Konular
18,892
Mesajlar
30,368
Kullanıcılar
27,851
Son üye
Mfbos
×