Neler yeni

Oyuncak İktidarın Sembolüdür

Katılım
13 Eki 2011
Mesajlar
994
Beğeniler
3
#1
Çocuk oyunları bir çoğumuzun anılarında geniş yer tutar. Özellikle körebe,saklambaç misket,futbol vb. spor aktivitelerine katılmayanımız yoktur neredeyse. Birde cinsiyete dayalı oyunlar vardır: evcilik, kovboyculuk gibi. Bilmem sizde fark ettiniz mi? Bu türden oyunların yani aklımızda kalan oyunların büyük çoğunluğu ikiden fazla çocuğun bir araya gelerek oynadıkları oyunlardan oluşur. Çoğumuzun aklında yaramazlıklarımız hariç aklımızda kalan, tek başına gerçekleştirdiğimiz; resim yapmak, legolardan araba yapmak, bebeğimizle evcilik oynamak, yazı yazmak, müzik dinlemek ya da hayal kurmak türünden oyunlar değildir. Bu türden oyunlar neredeyse hiç aklımıza gelmez. Bu birlikte yani ikiden fazla kişiyle oynadığımız oyunlardan da bir çoğu bizim ya çok başarılı olduğumuz ya da tam tersi büyük başarısızlıklarımızın olduğu oyunlardır. Mesele misketle oynanan oyunlarda ya çok kazandığımız ya da çok kaybettiğimiz oyunlar aklımızda kalır belki yüzlerce oyun arasından. Ya futbol maçlarına ne dersiniz? Özellikle erkeklerin büyük başarılar kazandıkları, hele de çok gol attıkları maçlar akıllardan hiç çıkmaz. Burada akılda kalma üzerinde duruşumun nedeni; insanların davranışlarının şekillenmesinde özelliklede insanın sosyal bir varlık olması temelinde, geçmiş deneyimlerinin önemli etkilerin olduğunun bir kez daha altını çizerek, bu deneyimlerin önemli etkilerinin olduğunu belirmekti.
Oyunlar yaşama dair roller kazanmanın en önemli araçlarıdır. Evcilik oyunlarında neden hep anne ve baba olmak eşit yaşlardaki çocuklar için çocuk olmaktan daha önemlidir. Doktorculuk oynarken doktor olmak. Futbol oynarken forvet olmak. Kovboyculukta iyi adam olmak önemsenir. Halbuki bu oyunlarda aynı zamanda hasta da olunabilir, kalecide olunabilir yada kötü adamda olunabilir. Oyunları takip eden ebeveynlere oyunlar anlatılırken neden hep olumlu olan roller daha bir sevinçle anlatılır. Hiç düşündünüz mü bilmiyorum. Ben bunların aslında, bu günkü yaşantımızla çok alakalı olduğunu düşünüyorum. İlkokul yıllarından aklımda kalan ilginç bir anı var Atatürk’ün çocukluğu anlatılırken, ilk okul öğretmenimin Atatürk’ün hiç “bildirbir” oynamadığını söylemişti. Bu bilgiyi daha sonraki yıllarda hiçbir kitapta bulamadım. Yinede oyunların kişiliklerle olan bağlantısını sanırım garip bir şekilde ortaya koyuyordu bu örnek. Öğretmenimin anlatmak istediği “o öyle bir önderdi ki ta çocukluk yıllarında boyun eğmeyen bir yapıdaydı”. Oysa ben bundan bir başka sonuç daha çıkarıyordum “bildirbir” oynayan çocuklar bir zorlukla karşılaştıklarında boyun eğmeye ya da üzerinden birisi atladığında aşağılanmaya hazır kişilerdi. Oysa ulu önderimiz, büyük atamız böyle bir şeyle aşağılanmayacak kadar sağlam bir kişilikteydi. O, en başından beri büyük bir önder olacağını gösteriyordu bizlere boyun eğmeyerek. Çevremde boyun eğen onca çocuğun arasında boyun eğmeyen kişi olarak atanın yeri ulaşılmaz olarak duruyordu. Ve bizlere bayramlarda birer Mustafa Kemal olduğumuz söyletiliyordu.
Sanırım modeller önemli hayatımızda özellikle anne ve babanın davranışları bizim davranışlarımızın şekillenmesinde önemli bir yer tutuyor. Çoğunlukla anne ve babanın küfürlü konuşmaları bir birini yalancılıkla suçlamaları yada nedensiz kavgalar çocukların görmediği mekanlarda gerçekleşmeliydi. Özellikle medyamızın güzide kanallarının üçü veya beşinde aynı anda oynatılan/gösterilen “Çocuklar duymasın” dizisinde olduğu şekliyle “mutfak” söylemi bir gerçeklikten kaçış yada kandırmaca olarak günlük hayatlarımızın içinde yer tutmaya devam ediyor. “Mutfak”, bir konuşma mekanından öte; çocukların dünyasıyla büyüklerin dünyasını ayıran bir simge haline geliyor. Ben çocukluğumda annemin “ben gece babanıza söylerim” sözleriyle bu ayrımı hafızama kaydettim. Buradaki “gece” de bende yine çocuk olmakla büyük olma arasında bir ayrım oluşturmakla birlikte, merakımı da artıran bir imge haline geliyor. Geceler çocuklara kapalıdır. Neden? Bizim bilmediğimiz bir başka yaşam mı? Var. Yoksa bu dünya gerçeğin ta kendisisi mi? Bu hep merak ettiğim bir çocukluk kurgusuydu. Çünkü annem gündüz söylemesi gereken o şeyi söyleyemiyordu. Oysa istediğimiz ya bir yere gitmek yada bir şeyleri aldırmaktı. Bu izin gündüz alınamaz mıydı? Yada yaptığımız bir yaramazlık babaya söylenecekti. Bu bizim yanımızda aktarılamaz mıydı? Her yaramazlığın bir cezası vardı; bunu bilirdik. Bu ceza bizim yanımızda kararlaştırılamaz mıydı? Sanırım bunlar bizimle yapılabilecek şeyler değildi. Ve gece bunu sağlayan sihirli bir zaman dilimiydi. Zaten geceyi de bekleyemezdik. Umutlarımız ve korkularımızla istemesek de “uykucu dede” gelir bizleri alırdı. Bugün anlıyorum ki aslında gece iktidarı koruyan bir sis perdesiydi. Babanın otoritesini koruyordu. Bir çok şeyi bilinmez, anlaşılmaz kılıyordu. Bu dönemlerden aklımda kalan iktidardı, yani babamdı. Dövmese bile korkulandı. Sevilen, imkansızı imkanlı kılandı, sığınılandı, koruyandı, güvenilendi.
Çocukluk yılları hep yaramazlıklarda doludur. Ben yaramaz değilim diyenin bile “kemerinde” bir çok yaramazlığın izleri saklıdır. Ne garip ki yaramazlıklar tek başına yapıldığında cezası da daha ağır olurdu, oysa birlikte yapılan yaramazlıkların sonucunda cezalar daha hafifti ya da bizlere öyle gelirdi. Çünkü birlikte alınan cezalar birlikte atlatıldığı için daha bir çekilir cinsten gelirdi bizlere. Aslında yaramazlıklarda bir tür oyundu bizler için; yasak olanı yapmak, yasak olan yere gitmek, yasak olana sahip olmak çocuklarda dayanılmaz bir istek uyandırıyordu. Birde bu yasak olanı yapabilmek cesaret işiydi. Çocukların dünyasında bu türden etkinlikler bir güç gösterisine dönüşüyordu. En yükseğe tırmanmak, en gidilmez görünen yere gitmek, yapılmaz deneni yapmak; yasakların nedeni olan tehlikelerle baş etmek büyük bir saygınlık kazandırıyordu çocuk dünyasında bunu yapabilene. Genelliklede yaramazlıklar toplu yapılan şeylerdi, tek başına yapıldığında bile başkalarına anlatılırdı malum nedenden ötürü. Oysa bu alışkanlıklarımız büyüdüğümüzde bile devam eder, her zaman bir suç ortağı ararız kendimize, ya da suçumuzu biriyle paylaşırız en azından affedilebileceğini düşünerek.
Çocukluğumuzun suçları genellikle “masum” şeylerdir. Öyle üzerinde fazla durulmaz, en fazla bir cezayla atlatılırdı. Bazen bir tokat, bazen de birden fazla tokat olurdu. İstediğimiz bir şey alınmazdı, istediğimiz bir yere götürülmezdik. Oysa yinede bütün cezalara rağmen yaramazlıklarımızdan vazgeçmezdik, uslanmazdık. Yaramazlıklar genellikle iktidara, bize karşı olan iktidara karşı bir güç gösterisiydi. Ne kadar anne babamızı sevdiğimizi söylesek de hiç bitmez bir iktidar mücadelesi devam ediyordu aramızda: kim dediğini yaptıracak, kim bu mücadeleden galip çıkacak diye bir oyun tekrarlanıp dururdu oysa. Bu mücadele de birisinin tırsıp çekilmesi beklense de anne babanın zoru oyunu bozar ve mağlup olarak köşemizde bir başka yaramazlığın planlarıyla baş başa kalırdık. Bu anlamda da iktidar mücadelemiz hep ikili ola gelmiştir.oysa günlük hayatımızda birden fazla tarafla yapılan mücadelelerimizde hep bir bocalama yaşanır, kafamız karışır, dikkatimizi toplayamayız. Bu nedenle sıklıkla kendimize bir tek rakip seçmeyi uygun görürüz. Yapacaklarımızın önünde engel hep birdir. Ya bir sınavdır, ya bir yöneticidir yada devlettir. Mücadelenin nedeni ya da aşılması zor olan şeylerin nedeni hep o tek rakiptir. Bütün olumsuzluklarda ona aittir. Hep bu rakibi alt edeceğimizi ve alt ettiğimizde ise sorunun ortadan kalkacağını, yaşamımızın devamında sorunsuz bir geleceğin bizleri beklediğini hesap ederiz/umarız.
Çocukların dünyasında oyunlar bir süre sonra iki guruba yarılır. Bu genellikle ilkokul yıllarında olmaya başlar. Özellikle bu yıllarda çocukların giyim kuşamı faklılaşmaya başlar. Kızlar etek giymeye başladığında erkekler kadar aktif oyunların içersinde olmak zorlaşır. Erkeklerde ise güce dayalı oyunlar çoğalmaya başlar. Kızlar evcilik, piknik yapmak gibi oyunlara yönelirken/yönlendirilirken, erkek çocuklar daha çok futbol, kovalamaca türünden daha hareketli oyunlara yönelir/yönlendirilir. Bu dönemden başlayarak cinsiyete dayalı kişiliklerin oluşturulması için oyunların farklılaşması, oyun gruplarının tek cinsten oluşmaya başlaması çok olağanlaşır. Oyunlarda en belirgin olanlarsa kız çocuklarında anneye yada kadına biçilen rollere uygun oyunların, erkek çocuklarda da babaya yada erkeğe biçilen rollere uygun olmalarıdır. Erkek çocukların tahtadan yada başka malzemelerden oyuncak imal etmeleri, kız çocukların ise mutfağa yönelişi çok normal karşılanır. İlerdeki yaşamlarına uygun becerilerin bu oyunlarla kazanılması beklenir. Bunun dışındaki örnekler çok eksren örnekler olarak karşımızda durur. Erkek çocuğun annenin eşyalarıyla oynaması makyaj malzemelerini kullanması, kız çocuğun da babası gibi traş olmaya çalışması, kabul edilebilir bile değildir. Oyunlar cinsiyete uygun olmalıdır, yoksa ilerde neler olacağını kim bilebilir ki. Her çocuk cinsel kimliğine uygun davranmalı, o kimliğin gerektirdiği rolü içselleştirmelidir. Yabancılaşma yani karşı cinse yabancılaşma bu dönem oyunlarıyla başlar. Erkek çocuklar ya da erkek çocuk grupları, kızların oyunlarını reddetmeye hatta zayıf karakterde olan erkek çocukları kız gibi olmakla suçlamaya başlarlar. Bu dönemde kız gibi olmak bir erkek için oldukça ağır sonuçlarda doğurabilmektedir. Oysa kızların erkek oyunlarında yer bulması nerdeyse imkansız olmasına rağmen, eğer bir kız çocuğu bu oyunlara girebiliyorsa hatta erkek gibi davranabiliyorsa bu taktire şayan bir durum haline gelir. Kızlar bile bunu taktir etmeye başlar. Çünkü bu aynı zamanda gücü paylaşmak ve iktidara ortak olmak şeklinde de bir altyapıyı içinde barındırır. Çünkü büyüklerin dünyasında güç erkeklerdedir ve bu çocuklar dünyasında da garip görünse de bilinçlerde yer etmiştir. (Buradan bu durumu olumladığım sonucunun çıkarılmamasını istediğimi de burada belirtmek istiyorum)
Sanırım geçen sayıda oldukça fazla bir yer vermiştim, ancak çocukların dünyasında engelli olmak ve çocukların oyunlarında yer almak da başlı başına bir sorun oluşturur. Özellikle oyunlarda kişi olarak yer almak nerdeyse imkansızdır. Daha çok olabilirlikler, yapılabilirlikler ve de birilerin lütufta bulunması oyunlarla engellinin ilişkisini belirleyen temel etkenleri oluşturur. Sağlam çocukların dünyası acımasız ve aynı zamanda bencildir. En azından sokak da durum böyledir diyebilirim. Orada var olabilmek sokağın kurallarını iyi bilmekten geçer. Sokak başarısız olanı yok eder, iktidar mücadelesi acımasızdır. İktidara ortak olabilmek içinde bir çok meziyeti taşımak gerekir. Bu nedenle de engelliler hep bir arayış içersindedir. Bu arayış içersinde olma halinin bir çok yansıması olsa da gelecek yaşamlara; gözlemci olma olmak ve inatla uğraşmak gibi özellikler sıklıkla karşılaşılan durumlardandır. Birde küsmek, kırılgan olmak, içe kapanıklık gibi olumsuzluklarla da karşılaşılabilmektedir.
Her oyun bir becerinin gelişmesine imkan sağlar. Cesaret, gözüpeklik, liderlik, uyumluluk, yaratıcılık gibi olumlanan davranışların pekişmesinin yanı sıra, bencillik, korkaklık, dalkavukluk, ispiyonculuk, kıskançlık gibi davranışların da pekişmesi bu oyunlarla sağlanır. Bütün ebevenler çocukların kişiliklerini oyunlarda gösterdikleri performansla görmeye çalışır. Oyunlara müdahale etmek yönlendirmek zaman zaman gerekli hale gelir. Kavgalar ebeveynler eliyle sonuçlandırılır. Kimi zamanda ebevenlerle devam eder. Oysa çocuklukta kavga etmek çocukluğun doğasında vardır demeyi ne kadar çok isterdim. Oysa kavgaların kökeninde çocukların ailelerinden ya da çevresindeki büyüklerden kazandıkları bir çok olumsuz değerlerin yansıması vardır. Kaybetmeyeceksin, malına sahip çıkacaksın, ezilmeyeceksin türünden telkinler direk olarak söylenmese bile çocuklar tarafından çok rahat bir şekilde, bir çok biçimde kavranmakta ve hayata geçirilmektedir. Bizim zamanımızda televizyon pek hayatımızın içine girmemişti. Çizgi filimler bu kadar mücadeleyi ve kavgayı açığa çıkarmıyordu. Kısacası pokemonlar, dragonlar yoktu. Bizim “haydi”lerimiz, “şeker kız kendi”lerimiz vardı. Bu çizgi filimler de ise mücadele genellikle ortaya çıkarılmıyordu. Yardımlaşma paylaşma her zaman daha ön plandaydı. Bu günse durum çok farklı; çocuklar artık çizgi filimler de değil reklamlarda bile rekabeti mücadeleyi bencilliği öğreniyorlar. Söylemeden geçemeyeceğim bir araba reklamı var son zamanlarda adam cam silerken merdiveni düşüyor, kadın diyor bekle geliyorum. Herkes adama yardım edecekken adamın altındaki arabasını kurtarıyor. Bunu seyreden çocuğun neyi öğrenmesini yada neyi düşünmesini beklersiniz. Ben hiçte yardımseverliğin öğrenileceğini sanmıyorum. Evet çocuklar bunları seyrederken bir yandan da aslında kendi yaşamlarına dair önemli kazanımlar elde etmektedirler. Yani bencil olmayı her şeyden önce kendi menfaatini düşünmeyi öğrenmeye başlıyorlar. Çocukluğun o masum görünen oyunları da bu şekilde bir hayat mücadelesi alanına dönüşüyor. Çocuklar yenilmeyi hazmedemiyor, kendisine ait olan mülkleri(oyuncakları) paylaşmıyor vs. Mülkiyet yani oyuncak, iktidarın sembolü, bir başkasına verilebilir mi?

Çocukların dünyasında bilmem sizde gözlemlediniz mi? Bir çok kavganın yanı sıra genelde ikili oyunların başarıyla gerçekleştirildiğini söylemek yanlış olmaz. Sıklıkla ikili oyunlarda çocuklar arası uyum başarıyla sonuçlanır. Okul yıllarında ise genelde ikili çalışmalar yerine grup çalışmaları önerilir çocukların birlikte çalışmaları ve ekip olmaları ve hatta ekip içindeki davranışları gözlemlenerek ekip içi rollerin dağılımı yada ilerde gerçekleşecek çalışma ekiplerinde kimlere ne tür görevler verilmesi gerektiğinin ön donelerini ortaya çıkarmaya çalışılır. Bununla yapılmak istenen başlangıçta mantıklı makul bir neden olan, verimli olmak gibi görünse de aslında sonuçlar daha çeşitlidir. Başlarda birisiyle bir şeyi yapmak yada yapamamak çok önemsenmese de, grup içinde durum farklılaşır. Çünkü gurup içersinde başarısızlığın ya da başarının, grup içersinde diğer bireyler tarafından algılanışında ve bunun bireye dönüşünde sonuçlar değişir. Çünkü kişinin kimliğinin oluşması bu anla başlar. Kimlik başkalarının onu algılayışıdır. Başkalarını onu başarısız olarak algılaması kabul edilebilir değildir. Başarısızlık korkusu nedeniyle bazen eylemden vazgeçmek bile kaçınılmazdır. Başarısızlığı kabullenmek zorlaşır, çoğunlukla kabullenilmezde. Bu ise, doğal olarak kavgalara yol açar. Grup aidiyeti, bir gruba ait olmak olmazsa olmazdır. Oysa tekilken durum çok farklıdır. Ne yaparsak yapalım bu her zaman anlaşılabilir ve kabul edilebilirdir. Birlikte uyumlu olan bir çok çocuğun grup içersinde bir biriyle uyumsuz hale gelmesinin temelinde de bu yatmaktadır.
Çocuklar dünyasında iktidarı elinde bulundurmak yada iktidara ortak olmak, bir çocuk için olmazsa olmazdır. Bu iktidar olma isteği de ebeveynler tarafından körüklenmektedir. Genellikle iktidarı elinde bulunduran ebeveyn de, iktidar sahibi olamayan/olmayan ebeveyn de iktidarı önemser ve çocuğunun iktidar sahibi olmasını destekler. Bazen bu destekleme bir histeriye bile dönüşebilmektedir. Çocuğun arkadaşlarını seçme, çocuğun sevilisini seçme, çocuğun mesleğini seçmeye kadar gidebilmektedir. Bu istemler “masum” gibi görünse de hep bu çocuğunun “iktidar sahibi olması” istediğidir. Genellikle bu tür durumlar geri teper, hayatına bu kadar müdahale edilen bireyde kendine güvensizlik, kararsızlık türünden durumların sıkça rastlanması olağan hale gelir.
Sonuç olarak iktidar öğrenilen bir kavram, kazanılan bir güç olarak karşımızda durmaktadır. Çocuk oyunları da bu öğrenmeden, bu işlevden bağımsız düşünülemez. Bu yazıyla ulaşılmak istediğim, bilimsel bir gerçekliği gözler önüne sermek değildi. Zaten (en azından benim bildiğim) bir bilimsel araştırmada yapılmış değil sanırım. Psikolojide çocuk ve ergen gelişimi üzerinde oyunların önemli bir yer tuttuğu bilinen bir gerçeklik. Benim burada ifade etmeye çalıştığımda bu önemin nedenlerini ortaya koymanın yanı sıra, bunun toplumsal yapının oluşumuna ve var olan alt-üst ilişkilerinin şekillenmesinde, bireysel kazanımları da ortaya koymaktı sanırım.
alıntı
 

Forum istatistikleri

Konular
18,892
Mesajlar
30,368
Kullanıcılar
27,851
Son üye
Mfbos
×